14 Şubat 2009 Cumartesi

CEMEL OLAYI

HALİFE OSMAN'IN ÖLDÜRÜLMESİ VE CEMEL SAVAŞI


Halife Osman Dönemi Siyasal Durumu:

Halife Osman döneminin ilk 6 yılı iyi geçtiyse de, son 6 yılı başta Küfe’liler olmak üzere Medine müslümanlarının dahi tepkisini çekecek siyasal yanlışlarla doluydu.

İlk 6 yılın iyi geçmesinin nedeni ise fetihlerin iç sorunları kamufle etmesiydi. Fetihler durunca sorunlar da gün yüzüne çıktı. Bu sorunların başında halifenin Emevi ailesine, kendi akrabalarına yanlı davranması, valilik ve önemli devlet görevlerini yakınlarına vermesiydi.

Sadece Ömer’in vasiyetiyle vali yaptığı 2 kişi haricinde tüm eyaletlere kendi akrabalarından vali tayin etmişti. Emevi olmayan eyalet valilerini ya istifaya zorluyor ya azlediyor, yerine Emevi bir vali atıyordu. En fazla eleştirilen tarafı ise başa getirdiklerinin genç ve tecrübesiz oluşlarıydı. Tayin ettiği valilerden ikisi henüz 25 yaşındaydı. Bunun yanında Şam valisi Muaviye’nin yetki sınırlarını alabildiğine genişletmesi de tepki gösterilen konular arasındaydı. Bu valilerin yanlı ve yanlış yönetimleri, haksız kararları, rüşvet ve yolsuzlukları şikayetleri arttırıyor ama halife bu şikayetleri dikkate almıyordu.

Devlet görevlileri arasındaki haksız maaş farkları, fetihlerin durmasıyla birlikte ekonomik sorunların artması, zenginlerle fakirler arasındaki uçurum oluşması krizin büyümesinin faktörlerindendi.

Belâzürî, Futûh, s.564, 566, 570; a.mlf., Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 139; Ya’kubî, II, 61; Taberî, I, 2830; İbnü’l-Esir, el-Kâmil, III, 99; Halife b. Hayyât, s.161; Zehebî, Nübelâ, II, 175.


Osman’ın çeşitli bölgelerdeki Kur’an’lar arasındaki farklardan dolayı, Ömer’in kızı Hafsa’da bulunan ilk derleme Kur’an’ı alıp, yeni 4 nüsha yaptıktan sonra bu orijinal sayılacak Kur’an’ı yakarak ortadan kaldırması söylentilere neden olmuş, yeni nüshalarda değişiklikler yapıldığı iddia edilmiştir. Ayşe’nin Ahzap suresinin çok daha uzun olduğunu söylemesiyle ve Osman’ın Kur’an’ı bozduğu rivayetleriyle muhalefet daha da şiddetlenmiştir.

Buhari, e's- Sahih, Kitabu Fedaili'l-Kuran/3
Süyuti, el İtkan, 2/32


Osman’ın tepki çeken atamalarına bir örnek verirsek Ömer’in vasiyeti ile Küfe valisi yapılan Sad bin Ebu Vakkas ı alıp yerine ana bir kardeşi Velid bin Ukbe’yi atamıştı. Velid’in içki içtiği, sarhoşken namaz kıldırdığı şikayetleri üzerine geri almak zorunda kaldı. Yerine yine akrabası Said bin el As’ı atadı.

Diğer bir örnek; Amr bin As Mısır valiliğinden alınıp yerine Abdullah bin Sad getirildi ki Hz.Osman’ın sütkardeşidir. Bu şahıs Medine’de vahiy kâtibi iken mürted olan ve peygamberin hakkında ölüm emri verdiği insandır. Hz.Osman o sıra onu evinde saklamıştı.

656 yılında muhalifler yazılı olarak şikâyetlerini Hz.Osman a ilettiler. Mektubu Hz.Osman a götüren Ammar bin Yasir Hz.Osman ve adamlarından dayak yedi.


Muhammed’in dostlarından ve sahabe tarafından çok sevilen Ebu Zer’in eleştiri ve şikayetleri Osman’a iletmesi, onun da dayak yemesine ve Şam’a ardından da Rebeze’ye sürülmesine neden olmuş, sürgünde ölmüştü.



Osman'ın Öldürülmesi:

656 yılında Kufe den 1000, Basra’dan 150, Mısırdan 2000 kişi hac bahanesiyle Medine’ye geldi. Ali’nin aracılığıyla yapılan görüşmelerde istekleri Osman tarafından kabul edildi. Mısır valiliğine Ebubekir’in oğlu Muhammed’in getirilmesi de onayları arasındaydı.

Tüm muhalifler memleketlerine doğru yola çıktılar. Mısır’a gidenler yanlarından geçen şüpheliyi durdurup sorgulayınca yanında Mısır Valisine yazılmış bir mektup buldular. Mektup Mısır’a dönenlerin öldürülmesini ve Muhammed bin Ebu Bekr’in vali atandığına dair emirnamenin geçersiz olduğunu yazıyordu. Altında da Osman’ın mührü vardı.
Mısırlılar Kufeliler ve Basralılar yarı yoldan dönüp mektubu Ali, Talha, Zubeyr ve Said bin Zeyd e gösterdiler. Bu olaydan sonra Medine’de Osman’a kamuoyu desteği sıfıra indi.


Müslümanların ileri gelenlerinden bir grup Ali ile birlikte mektup hakkında Osman’ı sorgulayınca mektubu Osman’ın genel sekreterliğini yapmakta olan amcaoğlu Mervan’ın yazdığı anlaşıldı.

Muhalifler, Mervan ı istediler ama Osman Mervan’ı vermedi.
İşler bu noktaya ulaşıldığında Talha, Zubeyr, Abdullah bin Avf ve Ali de dâhil Osman ı koruyacak kimse yoktu. Ayşe, Ali’nin tüm itirazına rağmen bu strese dayanamamaktan olsa gerek umreye gitti. Bazı önde gelenler de Filistin’e gittiler.
Muhalifler Osman’a yirmi gün süre verdiler. Bu süre sonunda düşünüp istifa etmesini söylediler. Bu yirmi gün sonlarına kadar sakin geçti. Osman’ın evinin çevresinde kendisine koruyan 500 adamı vardı.
Muhasaradan korkan Ali ve diğer önde gelenler oğullarını da kapıya bekçi koydular. Olayların sonuna kadar Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin,

Zubeyr’in oğlu Abdullah ve Talha’nın oğlu Muhammed kapı da Osman’ı korumak için nöbetteydi.
Yirmi günün sonunda çatışmalar baş gösterdi. Kapısı muhaliflerce ateşe verildi. Muhalifleri durdurmaya çalışan Ali’nin oğlu Hasan bu çatışmalarda yaralandı.

Durum karışınca yapılan istişareler sonucunda Ebubekir’in oğlu Muhammed’le birkaç kişi Osman’ın evine girdi. Osman öldürüldü.

Osman’ı öldürenin Ebubekirin oğlu Muhammed olduğu bildirildi.

Ama bunu Osman’ı korumak isteyenler iftira olarak nitelerler. Halbuki Muhammed bin ebubekir, muhaliflerin lideri konumundadır.

Osman’ın cesedi kapı önüne atıldı. Gömülmesi için kimse girişimde bulunamadı. 3 gün öylece kalıp da kokuşmaya başlayınca 4-5 kişi cenazesini kaldırdı. Cenazenin Müslüman mezarlığına gömülmesine izin verilmedi. Yahudi mezarlığına gömüldü. Cenazeyi taşıyanların da taşlandığı rivayet edilir. Muaviye döneminde Müslüman mezarlığı genişletilerek Osman’ın mezarı da Baki mezarlığı sınırlarına dahil edildi.

(Taberi, Tarih, IV, 412)



Cemel Savaşı:


Osman’ın öldürülmesinden 5 gün sonra Ali halife seçildi.
Bu defa Emeviler muhalefete başladı. İsyan sırasında sessiz kalanlar, Osman’ın öldürülmesinin hesabının sorulmasını istediler. “Kanı yerde kaldı, katiline kısas yapılsın.” Diye Ali’yi sıkıştırdılar. Katilin Ebubekir’in oğlu olduğunda ısrar ettiler. Ama hakkında şahit yoktu. Peygamberin kızı olan Osman’ın eşi de suikast sırasında yanındaydı. O da katili teşhis edememişti. Şehre isyancılar hakimdi ve “Osman’ı hepimiz öldürdük” diyen bir topluluk olduğundan kimseye ceza verilememişti.

Ali halife seçildiğinde ilk iş olarak Osman zamanında atanmış olan valileri görevden Görevden alınan ve çoğu Emevi sülalesinden olan valiler, yeni halifeye tepkilerini gösterdiler.Bunun üzerine Şam Valisi Muaviye isyan bayrağını açtı. Öldürülen halifenin kanlı gömleğini Şam halkını galeyana getirmek için camide teşhir etti. Mısır Valisi görevinden ayrılarak Muaviye’nin yanına Şam’a gitti. Yemen ve Basra valileri de görevlerinden ayrılarak Osman’ın kanını talep etmek üzere Mekke’ye Ayşe’nin yanına gittiler .


Ayşe, İfk Olayında aleyhinde yer alan Ali’ye karşı olan nefreti nedeniyle Ali’nin halifeliğini kabul edemiyordu. Kendi de Osman’a muhalefet etmesine rağmen Osman’ın katillerini yakalamakta yavaş davrandığı gerekçesiyle Ali’ye karşı oldu ve kan davası gütmeye başladı. Başlangıçta Ali’ye biat eden ama valilik alamadıkları için eleştirilere başlayan Talha ve Zübeyr’i de yanına aldı ve güçlerini toplayarak Ali’nin halifeliğine fazla memnun olmayan Basra şehrine gittiler.
Basra da Ali yanlısı olanları öldürdüler, şehre tamamen hakim olup, hazine ve emniyet kuvvetlerini ele geçirdiler.


Bu isyana dair haber alan halife Ali, 656 senesi ekim ayı sonlarına doğru ordusuyla Basra'ya doğru yola çıktı. Cemel savaşı 8 aralık 656 günü Hurayba denilen yerde vukubuldu. Savaş önce şahıslar arasında cereyan etmişti. Bu ferdi savaşta, kardeş, amca, yeğen, hatta, baba-oğul karşı karşıya gelip, birbirlerini öldürdüler. Savaşın en şiddetli safhası Ayşe'nin devesi etrafında cereyan etti. 70 kişi Ayşe'yi korumakla görevliydi. Korumaları ile birlikte Ayşe’nin devesi de öldürüldü, Ayşe esir alındı. Devenin öldürülme emrinin savaşa son vermek amacıyla yapıldığı söylenir. Savaşa Cemel Savaşı denmesinin nedeni bu deve etrafında geçen çatışma safhası nedeniyledir.

Savaşı Ali kazanmış ama her iki taraf da büyük kayıp vermişti. Tarihçiler Ali’nin tarafından beşbin, Ayşe’nin tarafından da beşbin müslümanın öldüğü yazar. Zübeyr ve Talha da öldürülenler arasındaydı.

Kaynaklar:

Sahih-i Buhari (M.810-869), c.12, sa.219, D.İ.B.Y.
Taberi, (M.839-923), Tarih-i Taberi, c.3, sa.173-187 E.O.Y.
İbnü’l-Esir (M.1160-1234), El-Kamil, c.3, sa.209-267 B.Y.
İslam ansiklopedisi, Leyden tabı ma.Aişe M.E.B.Y.
Neşet Çağatay, Başlangıçtan Abbasilere Kadar İslam Tarihi,

11 Şubat 2009 Çarşamba

İRTİDAD OLAYI


DİNDEN DÖNME VE RİDDE SAVAŞLARI:

İrtidad, Arapça «Redd» kökünden gelen bir sözcüktür. Lûgattaki anlamı, dönmek demektir. İslâm Literatürüne dinden dönmek, yani İslâm'dan bilinçli bir şekilde çıkmak anlamına gelen bir terim olarak geçmiştir.

İrtidâd eden kimseye, yani bilerek, düşünerek, ve karar vererek İslâm'dan çıktığını söyleyen; ya da buna ilişkin kanıtlayıcı bir tavır gösteren erkeğe mürted, kadına da mürtedde denir.

İrtidad ve riddet aynı anlamı taşır.
Daru’r-Ridde, dinden dönenlerin ülkesi, dar-ı harb İslam olmayanların ülkesi, darü’l İslam ise İslam ülkesi demektir. Dar-ı İslam’ın dar-ı harb’i İslam’a zorlaması, ya İslamiyeti kabul etmesi ya da cizye-haraç vermesi beklenir. Kabul etmeyen ülke düşman görülür ve bu gibi ülkelerle harb hali var sayılır. Zamanı gelince de savaşılarak o ülke fetholunur.
Bu, peygamber ve 4 halife döneminden itibaren böyledir, böyle uygulanmıştır.
İslam ülkesinde yaşayanlar ya Müslüman olmak zorundadır ya da cizye ödemek.
Müslüman olan, ölene kadar Müslüman kalmakla mükellef görülmüştür. Yani, daha sonra inanç değişikliği kesinlikle kabul edilmez. Başka bir dinden dönmek iyi, İslam’dan dönmek ise kötüdür. Ayetlerde dinden dönmenin cezası açık olarak belirtilmemişse de bu konuda sahih görülen hadis’e göre İslam fıkıhında mürtedin cezası ölüm olarak belirlenmiştir.

"Kim dininden dönerse, onu öldürün" (Buhârî, Cihad, 148; İ'tisâm, 28

"Müslüman bir kimsenin öldürülmesi ancak su üç sebepten biriyle helâl olur: İmandan sonra dinden çıkma, evlilikten sonra zina, haksız yere birini kasden öldürme" (Buhârî, Diyât, 6, Kasâme, 25, 26).

Dinden dönen kadının öldürülmesi caiz değildir. Fakat o yeniden İslâm'a girmeye zorlanır. Zorlama şöyle olur: Hapsedilir ve her gün çıkarılarak tövbe etmesi istenir. İslâm'a dönerse serbest bırakılır. Aksi halde ölünceye kadar hapiste kalır. Öldürülmeme konusunda delil şu hadistir: "Kadın ve çocukları öldürmeyin" (Ebfi Dâvud, Cihâd, 90)

İmam Şâfiî'ye göre, mürted kadın da erkek gibi öldürülür. Delil: "Dinini değiştiren kimseyi öldürünüz" (Buhâri, Cihâd, 149; İ'tisam, 28) hadisinin genel ifadesidir. Çünkü kanın mübah olmasının illeti, imandan sonra küfürdür. Mürted erkeğin öldürülmesinin sebebi budur. Aynı özellik mürted kadında da vardır. İmandan sonra küfür, aslî küfürden daha ağırdır (el-Kâsânî, a g e., VII, 135).

İlk İrtidad Olayı:

Ilk dinden dönme hareketi Peygamberin zamanında Yemen'de ortaya çıkmıştı.Kendisinin peygamber olduğunu iddia eden Esved el-Ansi, topladığı kuvvetlerle önce Necran bölgesini, peşinden de Sana’yı, Vali Sehr ile yirmi beş günsavaşarak ele geçirdi. Peygamber'in Amil ve muallimi olarak bölgeye gönderdiği Mu'az b. Cebel, Ma'rib'de bulunan Ebu Musa el-Esari'ye iltihak etmiş daha sonra Ikisi birlikte Hadramevt'e gitmislerdi.
(Taberi, III, 229-230).
Ibnül-Esir'in ifadesiyle, "Esved'in çıkarmış olduğu fitnebir alev gibi, Hadramevt'ten Taif, Bahreyn ve Ahsa'dan Aden'e kadar her yeri kaplamıştı."(Ibnül-Esir, II, 338).
Hadramevt'te toplanan müslümanlar endişeli bir şekilde beklerken, durumu haber alan peygamberin, Yemen bölgesinde bulunan müslümanların tamamına yönelik, Esved'e karşı savaşılması emri bölgeye ulaştı.Veber b. Yuhannis vasıtasıyla gönderilen mektupta; dinin korunması, mürtedlere karşı savaşılması, Esved el-Ansi'nin açıkça savaşılarak veya gizli bir tertiple ortadan kaldırılması ve bu emrin Islam'da sebat eden bölgedeki bütün müslümanlara ulaştırılması gibi talimatlar yer almaktaydı.
(Taberi, III, 231; Ibnül-Esir, II, 338)
Peygamberin emri San'a'daki müslümanlara ulaştığı zaman, planlanan bir suikastile Esved el-Ansi, Firaz adındaki biri tarafından öldürülmüş ve Kenan bölgesi tekrar Islam'ın hakimiyetine girmişti. Onun öldürüldüğü haberi Medine'ye peygamber'invefat ettiği günün sabahında ulaşmıştı.
(geniş bilgi için bk. Taberi, III, 227 vd.)
Ridde Savaşları:
Ridde Savaşları, peygamberin ölümünden sonra dinden dönüp Islam devletine karşı koyanlarla yapılan savaşlardır. Peygamberin ölüm haberini duyan Yemen ve Necid bölgelerindeki bazıkabileler dinden ayrıldıklarını ilan ettiler ve vergi-zekat ödememeye başladılar. Bu durum kabileden kabileye yayılmaya ve isyan büyümeye başladı.Irtidad hareketlerinin başlamasıyla başkent Medine her taraftan kuşatılmışbir duruma geldi. Öte yandan Yahudi ve Hristiyanlar, ortaya çıkacak durumu değerlendirmek için müslümanların durumunu izlemeye başladılar.Tarihçiler müslümanların o zaman içinde bulundukları dehşet verici durumu; "Müslümanlar, peygamberlerini kaybetmeleri ve azlıkları yüzünden sanki şiddetli soğuk, yağmurlu karanlık bir gecede sahrada kaybolmuş koyunsürüsünün durumunu andırıyordu"
(Taberi, Tarih, Beyrut ty, III, 225; Ibnül-Esir, Tarih, Beyrut 1979, II, 333) şeklinde ifade etmektedirler.
Medine'nin ciddi olarak tehdit altında bulunduğunu ileri süren bazı kimseler,peygamber'in vefatından az önce yola çıkan Usame'nin ordusunu bu seferden alıkoyması için Ebu Bekir'e müracaat ettiler. Islam devletinin başına henüz geçmişolan Hz. Ebu Bekir son derece net ve kararlı bir ifade ile bu tavsiyeyi yapanlara; Bilsem ki kurtlar burada beni parçalayacak; Usame'nin ordusu için peygamber'in emretmiş olduğu şeyi uygulayacağım" dedi,(Taberi, a.g.e., III, 225, 228; )ve bu orduya yoluna devam etmesi için emir verdi.
Usame B. Zeyd komutasındaki İslam ordusu peygamberin emri ile Ürdün ve çevresine sefere çıkmıştı. Peygamberin ölümünden sonra başta Tay ve Esed kabilelerinin isyanı üzerine Ebubekir bu kabileleri uyardı ama bunlara karşı harekete geçmek için Usame'nin seferden dönüşünü bekledi. Ancak, Abslar'la, Zubyanlar'ın Medine'ye saldirmaları üzerine bu tehlikeyi yok etmek için faaliyete geçmek zorunda kaldı. Bu arada diğer bir takım kabilelerin elçileri Medine'ye gelerek, namazı kılacaklarını, ancak zekat'ı ödemeyeceklerini bildirdiler. Ve bu durumun kabul edilmesini istediler. Ebu Bekir elçilere; "Zekat olarak vereceğiniz hayvanların, bağlanacakları ipleri vermediğiniz taktirde bile sizinle savaşacağım" şeklinde sert bir cevap verdi.(Taberi, III, 244)
Halife Ebu Bekir tarafından istekleri reddedilen bu elçi heyeti dönüşlerinde, Medine'de bulunan müslümanların azlığını kabilelerine bildirerek Medine'ye yürümek için onları heveslendirdiler. Ebu Bekir sayılarının azlığını öğrenen mürtedlerin Medine'ye saldırabileceklerini anladığı için bir takım tedbirler aldı.Yakında olan düşman birliklerinin şehre girişini önlemek için Ali, Talha, Zübeyrve Ibn Mes'ud'u şehre giren yollara yerleştirdi ve herkesin mescidde toplanmasını istedi. Nitekim o, düşüncesinde yanılmamış ve üç gün sonra mürtedler gece vakti harekete geçmişlerdi. Ancak yolları bekleyen birlikler onlarla savaşarak şehre girmelerini engellediler ve durumu Ebu Bekir'e bildirdiler. Ebu Bekir mesciddekilerle birlikte hemen harekete geçerek onları geri püskürttü ve Zahusa'ya kadar onları takip etti. Burada mürted askerlerin uyguladıkları bir yöntemle müslümanların develeri ürkmüş ve geri dönmüşlerdi. Mürtedler, müslümanların korkarak geri döndükleri zannına kapıldılar ve Zül-Kassa'da toplananlara haber göndererek kendilerine katılmalarını bildirdiler.Öte taraftan Ebu Bekir, geceyi savaş hazırlığı ile geçirdi ve sabaha yakın, sağ kanatta Numan b. Mukarrin, sol kanatta Abdullah b. Mukarrin, ortada Suveyd b. Mukarrin şeklinde bir tabya düzeni ile yola çıktı. Merkezinde Ebu Bekir'in bulunduğu ordu yaya olarak (sadece aracı birlikte süvariler vardı) hızlı bir yürüyüş yaptı ve fecirde düşmanın bulunduğu yere geldi. Onlar hiç birşeyden habersiz olarak dururken, müslümanların ani saldırısı karşısında çok sayıda ölü bırakarak kaçmak zorunda kaldılar. Ebu Bekir, kaçanları Zül-Kassa'ya kadar takip etti. Numan b. Mukarrin'i bir miktar askerle orada bırakarak Medine'ye döndü. Irtidat eden Absogullari ile Zubyanogullari, aldiklari bu yenilginin acısıyla kabileleri içerisindeki müslümanları öldürmeye ve çevrede bulunan diğer müslümanlara saldırmaya başladılar. Bu haber Ebu Bekir'e ulaştığı zaman o,müthiş bir şekilde hiddetlendi ve müslümanları çesitli şekillerde öldüren mürted kafirlerin, öldürdükleri müslümanlara karşılık olarak korkunç bir şekilde öldürüleceklerine dair yemin etti.
(Taberi, III, 246; Ibnül-Esir, II, 345)
Bu olaydan sonra, müslümanların moralleri düzeldi ve kabileler içerisinde irtidad eden kimselerin bir bölümü tekrar Islam’a dönmeye ve yeniden zekat mallarını Medine'ye göndermeye başladılar. Ibnül-Esir'in kaydına göre de kırk gün sonra Usame b. Zeyd seferden dönerek Medine'ye geldi. Ebu Bekir onları sefer yorgunluğunu üzerlerinden atmaları için Medine'de bıraktı ve tertip ettiği kuvvetlerin başına geçerek, Necd yönünde bulunan Zül-Kassa'ya doğru hareket etti. Bu nazik ortamda Hz. Ebu Bekir'in bizzat savaşa çıkmasını doğru bulmayan bazı kimseler ona müracaat ederek Medine'de kalmasını istediler. Bu kimseler, eğer Ebu Bekir'e bir şey olursa, içinde bulunulan kritik durumun müslümanlar için bir felakete dönüşmesinden endişe ediyorlardı. Ebu Bekir; müslümanları bizzat koruyacağını söyleyerek bu teklifi reddetti. (Taberi, III, 247)
Peygamberin ölüm haberi üzerine, Müseyleme ve Tuleyha, peygamberlik iddiasiyla ortaya çıkmıştı. Tay ve Esed kabileleri Tuleyha'ya tabi olarak dinden dönmüş, Gatafan ise, Uyeyne b. Hisn'in başkanlığı altında isyan etmişti.Uyeyne: "Esed ve Gatafandan bir peygamber, bize Kureyşten olan bir peygamberden daha sevimlidir. Muhammed öldü. Tuleyha ise hayattadır" diyerek, Tuleyha'ya tabi oldu. (Ibnül-Esir, II, 342)
Yolda kendisine katılan komutanlarından Mukarrinoğlu Numan, Abdullah ve Suveyd kardeşlerle birlikte Rebezelilerin toplandığı Ebrak denilen yere kadar ilerledi ve burada yapılan savaşta mağlup olan ve komutanlarını kaybeden Abslar ve Benu Bekr'ler dağılarak süratli bir şekilde bölgeden uzaklaştılar. Günlerce Ebrak'da kalan Ebu Bekir, Benu Zübyan'ları mağlup etti ve topraklarını ganimet olarak değerlendirerek bu arazileri Benu Zübyan'lar için yasak bölge ilan etti. Onun bu galibiyeti üzerine mürtedlerin çoğunluğu tekrar Islam'a döndü.Öte taraftan, dağılan Abs ve Zübyan kuvvetleri peygamberlik iddiasında bulunanTuleyha'nın yanına gittiler. Tuleyha, Sumeyra'dan hareket ederek Buzaha'ya yöneldi ve burada karargah kurdu. Medine'ye dönen Ebu Bekir savaş hazırlıklarına girişti veorduyu on bir kısma ayırarak her birine bir bayrak verip görev sahalarını belirledi.Buna göre, Halid b. Velid, Buzaha'da bulunan yalancı peygamber Tuleyha ile savaşacak, peşinden Butah'da bulunan Malik b. Nuveyre üzerine yürüyecekti. Ikrime b. Ebi Cehl ise Müseyleme ile mücadele edecek, Muhacir b. Ebi Ümeyye, Esved el-Ansi'nin bağlılarına karşı harekete geçecek, peşinden de Kays b. Maksuh ve onu destekleyen diğer Yemenliler'e karşı, Ebnalar'a yardım edecek ve sonra Kindelileri te'dip için Hadramut'a yönelecek. Halid b. Said, Suriye taraflarına; Amr b. el-As, Kuza'aya karşı yürüyecek; Huzeyfe b. Mihsan, Deba halkıyla savaşacak; Arfece b. Herseme, Mehre kabilesiyle; Tureyfe b.Haciz, Beni Süleym'i ve onlarla birlikte hareket eden Havazinliler'i itaat altına alacak; Süveyd b. Mukarrin, Yemen'in Tihame bölgesine; Ala b. el-Hadrami, Bahreyn'egidecekti.
Halife Ebubekir, Surahbil b. Hasane'yi de, Ikrime b. Ebi Cehl'in arkasından göndererek, Ikrime'nin Yemen'den ayrılıp Kuza'alılar üzerine yöneldiği zaman ona iltihak etmekle görevlendirdi.
(Taberi, III, 248-249)
Halid Bin Velid'in Tuleyha Meselesini Çözümlemesi
Tuleyha, Beni Esed b. Huzeyme'ye mensup olup, Muhammed'in son zamanlarında peygamberlik iddiasında bulunmuştu. O, bağlı bulunduğu Esedoğullarına kendisine Cebrail'in geldiğini söyleyerek bazı tuhaf şeyler uyduruyor ve onlardan kendisine tabi olmalarını istiyordu. Kendisine tabi olanlara namaz kılarken secde etmeyi yasaklıyor ve Allah'ın buna ihtiyacı olmadığını ve, O'nu ayakta zikretmelerini emrediyordu. İbnül-Esir; "Kabilecilik taassubundan dolayı çok sayıda Arap ona tabi oldu"demektedir. (Ibnül-Esir, a.g.e., II, 344)
Bu yüzden ona bağlı olanların çoğu Esed, Gatafan ve Tay kabilelerine mensuptular. Fezare ve Gatafanlılar Taybe'nin güneyinde toplanmış, Tay kabilesi ise kendi topraklarının sınırda beklemekte idiler. Tuleyha'nın mensup bulunduğu Esed oğullarıise Sumeyra'da toplanmıştı. Abs, Sa'lebe ve Mürreliler ise Rebeze dolaylarında, Ebrek'de beklemekteydiler. Onların bir kısmı burada kalmış, diğer bir kısmı da Zül-Kassa'ya giderek Medine'yi tehdit etmişlerdi. Bizzat halifenin başında bulunduğu kuvvetler tarafindan, önce Zül-Kassa'da sonra da Abrek'de yenilgiye uğrayan grup Sumeyra'dan ayrılıp, Gatafan ve diğer kabilelerle birleşerek Tay kabilesi arasında bir su kenarı olan Buzaha'da karargah kuran Tuleyha'ya iltihak etti. Bu olay üzerineTuleyha Tay kabilesinin Cedile ve Gavs boylarına adam göndererek kendisine iltihak etmelerini emretti. Onların bir bölümü acele olarak onun yanına hareket ettiler; arkada kalanlara da gelmelerini söylediler.Tay ve Cedilelilerden bin beşyüz kişinin iltihakiyla daha da güçlenen Halid, Buzaha'ya Tuleyha'nın üzerine yürüdü. Tuleyha'nın yanında Uyeyne b. Hisn komutasında yedi yüz kişilik Fezareli asker bulunmaktaydı. Savaşın siddetlendiği bir sırada Uyeyne bir kaç defa Tuleyha'nin yanına gidip kendisine Cebrail'in savaşın sonucu hakkında haber verip vermediğini sordu. Tuleyha sonunda ona; "Evet geldi ve bana; "bir gün düşmanlarınla karşılaşacaksın. Başlangıçta aleyhinde de olsa sonunda savaşı kazanacaksın. Değirmen gibi insan öğüten kanlı bir savaş, işte unutamayacağın bir söz" diye haber getirdi" dedi.Uyeyne ona; "unutamayacağın bir sözmüş..." dedi ve askerlerine; "Ey Fezareliler! Bu adam bir yalancıdır. Savaşı bırakıp geri dönün" emrini verdi. Gücü azalan Tuleyha savaşı kaybetti ve Suriye’ye kaçtı.Sonra da Kelb kabilesinin yanına gitti. Esed oğulları ve Gatafanlıların tekrar Islam'a döndüğünü duyduğu zaman o da iman etti. Ebu Bekir vefat edinceye kadar, Kelblilerin arasında yaşamaya devam eden Tuleyha ancak onun vefatından sonra Medine'ye gitmiş ve Ömer'e bey'at etmişti.Tuleyha Ömer döneminde vukubulan Kadisiye ve daha sonraki savaşlarda akıl almaz kahramanlıklar göstermiş ve bu sefer gerçekten iman ettiği Islam için hayatını sürekli tehlikelere atarak hizmet etmekten geri kalmamıştır.
Benü Ãmir, Havazin ve Suleymlilerin Irtidadı
Benü Ãmirler, Tuleyha'nın komutasında savaşan Esed ve Gatafanlıların durumunu gözetliyorlar ve tereddüt içinde bulunuyorlardı. Tuleyha mağlup olduğu zaman,Kurre b. Hubeyre, Ka'b oğullarının; Alkame b. Ulase ise, Kilaboğullarının başına geçerek kendilerine katılan diğer kimselerle Ka'boğulları arazisine gelerek kamp kurmuştu. Alkame, peygamber zamanında müslüman olmuş, peşinden irtidad ederek Suriye'ye kaçmıştı. Onların irtidad haberi ve hazırlıkları Ebu Bekir’e ulaştığı zaman Ka'ka b. Amr'ı bir birlikle üzerlerine gönderdi. Ka'ka', Alkame'nin bulunduğu yere geldiği zaman, o kaçmayı tercih etti ve peşinden takip edenlerden kurtulmayı başardı. Ka'ka' ise, onun eşini, çocuklarını ve orada bulunan diğer kimseleri yakalayarak Medine'ye döndü. Onlar, Alkame'ye yardım etmediklerini, dolayısıyla irtidatla suçlanamayacaklarını ileri sürdüler. Ebu Bekir onları serbest bıraktı. Alkame de Medine'ye gelerek Islam'a girdiğini açıkladı. (Taberi, III, 261-262)
Benü Ãmirler ise Tuleyha'nin Buzaha bozgununu gördükleri vakit, birbirlerine;"Döndüğümüz dine girelim. Yeniden iman edelim" dediler. Onlar Halid b. Velid'e giderek ona zekat vermek de dahil Islam'ın her hükmüne uyacaklarına dair bey'at ettiler. Ancak Halid, Esed, Gatafan, Tay, Suleym ve Ãmirlerden, irtidad durumunda iken Müslümanları yakarak öldüren, onlara işkence yapan ve Islam'adüşmanlıkta bulunan kimselerin teslim edilmesinden önce bu kabilelere amanvermedi. Onlar Halid'in bu Istediğini yerine getirip bu suçları işleyenleri ona teslim ettiler. O da müslümanlara karşı işledikleri cinayetlerin benzerlerini onlara tatbik ederek cezalandırdı.
(Ibnül-Esir, II, 350).

Kaynak: Şamil İslam Ansiklopedisi

Ebû Hureyre dedi ki, “Resulullah bizi bir seriyye ile gönderdi ve Kureyş'ten adlarını saydığı iki kişi için, ‘Falan ve falan kişilere rastlarsanız onları yakalayıp ateşte yakın.’ dedi.” O, sözlerini şöyle sürdürmektedir: Yola çıkacağımız zaman veda etmek için Resulullah’a geldik. O, bize, “Ben size falan ve falanı ele geçirdiğinizde yakarak öldürmenizi söylemiştim. Oysa ateşle yalnız Allah cezalandırır. Siz onları yakalarsanız yakmadan öldürün.
(Buhârî, Cihâd, 107.)

Hz. Ali irtidat eden bir topluluğu yakmıştı. Bu haber İbn Abbâs’a ulaşınca o dedi ki, ‘Ben olsaydım onları yakmazdım. Çünkü Resulullah, “Allah'ın azabıyla cezalandırmayınız.” demişti. Ben onları yakmadan öldürürdüm. Nitekim Resulullah “Din değiştireni öldürünüz.” diye buyurmuştur.(Buhârî, Cihâd, 149; Ebû Dâvûd, Hudûd, 1; Nesaî, Muharebe, 14.)

“Allah mürtedlere karşı komutana zafer nasip ederse, komutan onları silahla ve ateşte yakma dâhil her çeşit usulle öldürür. (Halife Ebubekir)

Vâkıdî, Belâzurî, Taberî ve bunlardan sonraki birtakım klasik kaynaklar Hz. Ebû Bekr dönemindeki irtidat ve isyan hadiseleri sırasında yakılarak cezalandırılmayla ilgili birtakım kayıtlara yer verirler.
Taberî, mürtedlerle savaşmak için görevlendirilen komutanların her birine, Hz. Ebû Bekir’in uzunca tavsiyelerde bulunduğundan söz eden bir mektubuna yer verir. Yukarıdaki Ebubekir'e ait sözler bu mektupta geçmektedir.

Taberî, Buzâha savaşı sonrası Hâlid’in yakaladığı bazı esirlere yaptığı işkenceyle ilgili olarak tüyler ürpertici şeyler anlatır. İlgili rivayete göre Esed, Gatafan, Tayy, Hevazin ve Süleym kabilelerinden bir grup Hâlid’e gelip Müslüman olduklarını beyan etmiş, o da onlara kabilelerinden olup Müslümanlara zulmedenleri teslim etmedikleri takdirde kendilerinden hiçbir şeyin kabul edilmeyeceğini söylemiştir. Bunun üzerine onlar aralarında bulunan asileri getirip teslim edince Hâlid de onların Müslümanlığını kabul etmiştir. Hâlid, teslim edilenler arasında bulunan Kurre b. Hubeyre ve onun gibi bazı kişileri bağlayıp Ebû Bekir’e göndermiştir. Müslümanlara zulmedenleri ise ateşte yakmak, taşa tutmak, dağlardan aşağılara atmak, baş aşağı kuyulara doldurmak ve okla vurmak gibi çeşitli işkencelerle öldürmüştür. Ardından da bu uygulamaları hakkında Ebû Bekir’e bilgi vermiştir. Ebû Bekir ona cevabi yazı göndererek şunları söylemiştir:
“Allah’ın emirlerini yerine getirmek için ciddiyetle gayret et. Gevşeklik gösterme. Müslümanları öldürenleri ele geçirirsen onları başkalarına ibret olacak şekilde öldürerek öçlerini al. Şayet Allah sana zafer nasip ederse, onları (mürtedleri) ateşte yak.”

Hâlid, Ebû Bekir’in bu mektubunu aldıktan sonra yaklaşık bir ay kadar Buzâha’da kalmış ve topladığı asilerin bir kısmını ateşe atıp yakmıştır. Bir kısmının kol ve bacaklarını birbirine bağlatıp taşa tutturmuş, bir kısmını da dağlardan aşağıya attırmıştır.
Taberî, III, 233.
Külâ’î, 81.


Buzâha savaşından sonra Hâlid b. Velid’in, Süleym kabilesine geldiği ve bu kabileden birtakım isyancıları yakalayıp ahırlara doldurduğu ve ardından onları topluca yaktığı nakledilmektedir.
(Hayyât, 130.)

İbn Sa’d ise, Hâlid’in onlardan bir adamı yakalayıp ateşte yaktığını belirtmekte ve bu olayı duyan Ömer’in, Ebû Bekir’e gelip Allah’tan başkasının yakarak ceza vermeyeceğini söyleyerek onu görevden almasını önerdiğini anlatmaktadır.
(İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübra - VII, 396.)

Öte yandan Belâzurî de Süleym kabilesinin isyanının bastırılması için Hâlid b. Velîd’in bu bölgeye gönderildiğini haber vererek, onun hakkında;
“O gün mürtedleri yakıyordu. Bu durumu Ebû Bekir’e söyledikleri zaman o, “Allah’ın kâfirlere karşı kınından çıkardığı kılıcı, kınına sokmak istemem”
diye cevap verdiğini söylemektedir.
(Belâzurî, 107.)

Süleym kabilesi ile ilgili bir yakma olayına bizzat Ebû Bekr’in karar verdiği anlatılmaktadır. Hatta daha sonra Halife’nin verdiği bu karardan dolayı pişman olduğu ve bu pişmanlığını dile getirdiği anlatılır. Halifenin bu konu ile ilgili,
“Fücâe bana getirildiği gün, onu yakmadan öldürmeliydim” dediği nakledilir.
(Belâzurî, 112)

Ebû Bekir döneminde mürtedlere karşı yaklaşımla ilgili olarak hadis kaynaklarına yansıyan on beş civarında kayıt bulunmaktadır.
Ömer dönemine ait ise sadece bir kayıt yer almaktadır.

Ömer, sertliği, zalimliğiyle tanınır ama mürtedlere uygulanan hunharca katliamlarda görüyoruz ki Ebubekir, Ömer'den çok daha gaddarmış.

Bu konuda Ömer'in dinden çıkan Necran bölgesindeki Ru’âş halkına gönderdiği mektup, Ebubekir'in uygulamasıyla kıyaslandığında aradaki fark açıkça görülür:

"Mü’minlerin Emîri Ömer’den bütün Ru’âş halkına, Sizlere selâm olsun. Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a şükür ederim. İslâm’ı kabul ettikten sonra dinden çıktığınızı öğrenmiş bulunuyorum. Sizden kim tövbe eder durumunu düzeltirse, irtidat etmesi ona zarar vermeyecek ve biz ona güzel dostluk göstereceğiz. Düşünerek karar verin ve kendinizi tehlikeye atmayın. Aranızdan Müslüman olanlara ne mutlu! Ya’lâ özür beyan ederek içinizden birini İslâm’a zorladığını veya baskı yaptığını bana bildirdi. Baskı, zorlama ve tehdit olursa emir yerine getirilmez..."

Ebû Ubeyd, Kitâbu’l-Emvâl, Kahire 1975/1395, 130; Muhamed Hamidullah,
el-Vesâiku’s-Siyâsiyye li’l-Adi’n-Nebeviyye ve’l-Hilâfetu’r-Râşide, Beyrut
1985, 192-93, (no: 99).

O zamanlar bir çok tartışmaya yol açan olay, Ebu Bekir’in Halid Bin Velid’e, Banu Tamim federasyonun büyük bir kabilesi olan Banu Yarbu kabilesinden Malik b. Nüveyra’yı öldürme emri vermesidir. Bu emir, kabilesi adına Peygambere zekat olarak verilmek üzere bir araya getirilmiş olan develeri, Malik bin Nuveyra’nın Ebu Bekir’den esirgemesinden sonra gelmişti. Bu zekatı ondan esirgemesi, sadakatini sadece Peygambere borçlu olduğunu ve bir Müslüman olarak bu zekatı kabilesine iade etmenin hakkı olduğu inancına dayanmakta idi. Ama Malik b. Nüveyra İslam’a bağlılığını yeniden teyit etmesine rağmen, kabilesinden diğer adamlarla birlikte öldürüldü ve Halid onu öldürdükten sonra, onun karısına da muhtemelen “savaş ganimeti” olarak muamele ederek, alıp götürdü.
İbnu'l Esir'in anlatımına göre;
-Halid b. Velid (r.a.) seferi tamamlayıp Medine'ye geldiğinde Hz. Ömer ona:
"Be Allah düşmanı! Sen Müslüman bir adamı öldürüp sonra da onun hanımına sahip oldun öyle mi.! Seni mutlaka recmetmeliyim," dedi.

Önde gelen kişiler Halid’in bu davranışına şiddetle karşı çıktılar. Ömer, Halid’in bu davranışından dolayı kınanmasını talep etti ve Ali, Halid’e hadd cezası uygulanması çağrısında bulundu. (Madelung 1997, 50; Sanders 1994, 43–44)

Fakat Ebu Bekir halife olarak her iki talebi de reddetti. (Jafri 2000, 58–79)

Halid'in bu konuda savunması, zekat vermeyenin müslüman sayılamayacağı ve dinden dönmüş görüleceğidir. Ebubekir de, Ömer ve Ali'nin muhalefetine rağmen bunu tasdik etmiştir.
Yani, Ebubekir'e göre; dinden dönenin cezası ölümdür. Zekat vermek istemeyen müslüman da olsa, namaz da kılsa dinden dönmüşlerden farksızdır ve mürtedler gibi boynu vurulur. Ve dinden dönmüş olanın malı-mülkü, karısı-çocuğu ganimet sayılır.

Nüveyra müslümandı ama zekat vermediği için varsayalım ki müslümanlığı kabul görülmeyebilir. Peki ama karısı müslümanken nasıl el konulabiliyor ganimet diye. Bir müslümanın bir başka müslümanı ganimet olarak almış olması normal görülüyor. Buradan çıkan bir başka sonuç da kadının insan olarak değerinin olmamasıdır. Önemli olan kocasıdır. Koca öldürülünce karısı ganimetten sayılmıştır.

HARRA OLAYI

MEKKE VE MEDİNELİLERİN KATLİAMI

Kabe'nin yakılıp Yıkılması - Vahşet - Tecavüz -Yağma - Talan

Aralarında, Medine eşrafından Abdullah b. Hanzala, Abdullah b. Ebu Amr ve Münzir b. Zübeyr'in de bulunduğu bir heyet, Şam'a gidip Halife Yezid ile görüşmüşlerdi.

Heyet, Medine'ye döndükleri zaman, Yezid'in dinsiz olduğunu, içki içtiğini, çalgı çaldırdığını, yanın­da şarkıcı kadınlar bulundurduğunu, köpek ve maymun beslediğini vs. söyleyerek, kendisini halife olarak tanımadıklarını açıklamışlar; bunun üzerine, Medineliler ayaklanarak henüz çocuk denilecek yaşta bulunan Medine valisi Osman b. Muhammed b. Ebu Süfyan'ı Medine'den sürüp çıkardıkları gibi, Medine'deki Emevîleri de Mervan b. Hakem'in evinde muhasara etmişlerdi.

Emevîlerin acele imdat istemeleri üzerine, Yezid, Müslim b. Ukbe’yi oniki bin kişilik bir ordu ile Medine ve Mekke halkını tepelemeye memur etmişti.

Müslim, Medine'de Kureyş'ten ve Ensardan binlerce kişiyi asıp kesmiş, şehri yağmaladıktan sonra Mekke üzerine yürümüş, Müsellel’e geldiğinde hastalanıp ölmüştü.

Ölürken, Husayn b. Numeyr'i yerine bırakmıştı. O da mancınıklar kurdurarak Mekke'yi taşa tutmuş, Kabe’nin duvarları yıkılmış ve yakılmıştı.

Ezrakî, Ahbânj M ekke, c. 1, s. 196-204,
İtan Abdi Rabbih, Ikdu'l-ferfd, c. 4, s. 387-391 ,
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 4, s. 42,
Taberî. Târîh. c. 7. s. 3-5.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/349-350.

Kaynakların uzun uzadıya kaydettiklerine göre Medine’de gerçekleşen isyanın asıl sebebi sarayına yaptıkları ziyaret esnasında Yezid’in ahlaksızca yaşantı içerisinde olduğunu gördükten sonra Medinelilerin ona olan biatlerini geri çekmesi olmuştur.

İslâm Tarihçilerinden büyük çoğunluğu, Medinelilerin, Yezid b. Muaviye’ye karşı isyan etmeleri ve sonrasında gerçekleşen Harra vakasında (63/683) dinî veya siyasî sebeplerin etkili olduğu görüşündedirler.

Studies in Jahiliyya and Early Islam kitabının yazarı Kister ise Medinelilerin isyanında dinî veya siyasi sebeplerden ziyade sosyo-ekonomik nedenlerin etkili olduğunu iddia etmekte ve bunu ilk dönem kaynaklarından olan ancak İslâm Tarihi araştırmacıları tarafından gözardı edilen kaynaklardan istifade ederek delillendirmektedir.

Olayın sosyo-ekonomik sebepleri:
Medine’deki isyanın gerçek sebebiyle ilgili olarak Ya’kubî’nin “Tarih”inde tamamen farklı bir bilgi yer almaktadır. Sorun aslında Muaviye’nin Medine’deki arazilerinin, tarlalarının, hurmalıklarının işlenmesi ve mahsüllerinin toplanması ile ilgilidir. Muaviye, bir çok bölgede bu tür mülkler edinmiş ve buralarda köleleri ya da kölelikten kurtulmuş mevali işçileri sistemli olarak çalıştırmaktaydı. Denildiğine göre Muaviye, zor kullanarak işçi çalıştıran ilk halife olmuştur.

Medine’liler valiye “Biz çok zor durumda kalıp açlıkla karşı karşıya gelince Muaviye bizim bu durumumuzdan istifade etmek istedi ve bizim arazilerimizi gerçek değerinin yüzde biri kıymetinde bir parayla satın aldı.” diyerek şikayetlerde bulunmuşlardı.

Bu arazi sorununa ilave siyasi bir sorun vardır ki o da Muaviye ölmeden önce oğlu Yezid’i halife yapmak istemiş, tüm bölgelerden biat edilmesine rağmen Mekke ve Medine’den biat gelmemiştir.

Yezid, Osman b. Muhammed b. Ebû Süfyan’ı Medine’ye vali olarak tayin edince Muaviye’nin Medine’deki arazilerinin âmili olan İbn Mîna, Osman b. Muhammed’e gelerek Medinelilerin daha önceki yılların aksine bu sene buğday ve hurma mahsulünü ve vergileri toplamasına engel oldukları hususunda bilgiler verdi.
Vali Osman b. Muhammed, bir grup Medineliyi yanına getirtti ve onları bu tür davranışları sebebiyle sert bir şekilde azarladı. Bu tavır Medinelileri çok kızdırdı.

Bir gün Medine’ye çokça yağmur yağdı ve halk yağmur sularını kendi tarlalarına akıtabilmek için koşuşturmaya başladı. Muaviye’nin Mevâlîsi de yağmur sularını Muaviye’nin arazisine bağlamak için harekete geçti. Bunun üzerine Medineliler, onlarla mücadele etmeye başladılar. Tansiyon yükseldi.

Kerbela katliamının haber alınmasıyla ipler tamamen koptu. Abdullah b. Zübeyr, Yezid’e olan biatini geri çekti. Çarşı halkı bir bayrak açarak onun mevâlîsi ile çarpışarak bazılarını öldürdü. Bu olay, Kerbela katliamının duyulmasından sonra bardağı taşıran son damla oldu ve Medineliler vali ve Emevi oğullarına karşı isyanı başlattılar; onları Medine’den kovdular. Kovulan Emevi oğullarının geçecekleri yolları kayalarla tıkadılar.

Katliam:

Yezid’in ordusu Müslim b. Ukbe komutasında Medine’yi kuşatıp teslim olmaları için 3 gün mühlet verdi. 3. günün sonunda şehre saldırdı ve kısa sürede şehri teslim aldı. Üç gün boyunca şehir yağmalandı, talan edildi. Kadınlara, kızlara üç gün boyunca tecavüz serbest bırakıldı. Birçoğu ganimet olarak alındı. Mekke ve Medine’de onbine yakın insan katledildi. Bu olaydan sonra aileler kızlarını evlendireceklerinde bekaret konusunda garanti veremiyorlardı. Harre katliamı da denilebilecek bu olay İslam tarihinin yüz karası olarak nitelenmiş ve Kerbela’dan değil asıl bundan dolayı Yezid’e lanet edilmesi caiz görüldü.


Medine katliamından sonra Mekke kuşatıldı. Şehir mancınıklarla dövüldü. Bu saldırılar sırasında Kabe'nin duvarları yıkıldı. Ahşap kısımları ve örtüsü yandı.

1. Mekke kuşatması sırasında Yezid'in ölüm haberi gelince kuşatmaya son verildi ve Emevi ordusu geri çekildi.

Abdullah, harap olmuş Kabe'yi temellerine kadar yıktırıp yeniden inşa ettirdi.

Diğer taraftan Yezid'in yerine önce oğlu II. Muaviye'ye, iki ay sonra onun da ölümü üzerine Mervan b. Hakem'e biat ettiler. Emevi ailesinden iki yöneticinin art arda ölümüyle meydana gelen kargaşa döneminde Filistin, Humus ve Kınnesrin ordugâhları Abdullah b. Zübeyr'e biat etmeye hazırlandılar. Fakat Mervan b. Hakem, kısa zamanda duruma hakim oldu. Bu arada, Abdullah'ın Filistin'i almak için kardeşi Mus'ab idaresinde gönderdiği ordu başarısızlığa uğradı. Bu mücadeleler devam ederken, 7 Mayıs 685'te Mervan öldü ve yerine oğlu Abdülmelik geçti.



Karışıklıklar devam ediyordu. Müslümanlar ikiye bölündü. Hicaz ve doğu eyaletlerinde Abdullah b. Zübeyr, Suriye, Filistin ve mısır’da Abdülmelik hakimdi. Diğer taraftan Hariciler de çetelerle Abdülmelik’e karşı savaşıyordu.

Karışıklıkları bastırıp duruma hakim olan Abdülmelik, hiç zaman kaybetmeden, ünlü komutanı Haccac b. Yusuf'u bir orduyla Mekke üzerine gönderdi. Haccac, 2. Mekke kuşatmasını başlattı. Yine mancınıklarla Kabe saldırıya uğradı ve 2. kez büyük hasar gördü. Şehir direnmekteydi. Haccac, Abdülmelik'ten hem takviye birlikler göndermesini hem de gerektiğinde şehre şiddetli bir taarruzda bulunmaya izin vermesini istedi. Abdülmelik, 5 bin askerden oluşan takviye bir birlik gönderirken taarruz iznini de vermişti.



Evlerde yiyecek bir şey kalmamıştı. Birçok mahallede bulaşıcı hastalıklar ortaya çıkmıştı. Haber gönderilemiyor, yardım gelmiyordu. Birçok kaynakta, kuşatma altında çok zor günler geçiren Müslümanların binek hayvanlarını; hatta hakaret amacıyla Haccac tarafından kendilerine mancınıkla atılan köpekleri bile yemek zorunda kaldıkları anlatılmaktadır.

Kuşatmanın altıncı ayında yiyecek hiçbir şey kalmamıştı. Yorulan, bıkan, açlıkla baş başa kalan bazı direnişçiler; Abdullah b. Zübeyr'in etrafından ayrılmaya başladılar. Bunların arasında, Abdullah'ın oğullarının dahi bulunduğu kaydedilmektedir. Abdullah durumun çok kötüye gittiğini ve başka bir çıkış yolu olmadığını görmüştü. Teslim olmak yerine ölümü tercih etti. Şehirde yaşanan faciaya bir son vermek ve daha fazla insanın ölmesini engellemek amacıyla bir çıkış hareketi yaptı ve vuruşarak öldü (1 Ekim 692).

Adı, zamanla, zulüm ve zorbalıkla özdeşleşecek olan Haccac; büyük bir vahşet ve gururla Abdullah b. Zübeyr'in başını kestirerek önce secdeye kapandı, daha sonra da onun başını Suriye'ye gönderdi. Haccac; haram ayda, haram kılınan bir bölgede kan dökmekten, Allah'ın evini taşa tutmaktan ve Kabe'nin içine sığınan insanları bile katletmekten çekinmemişti.

Kerbela’dan sonra Mekke ve Medine katliamlarıyla Müslüman sahabenin kökü kazınmış sayılırdı. Geride sesi çıkacak, karşı koyacak, Müslümanlara önderlik yapacak kimse kalmamıştı. Belki de karşı devrim tamamlanmıştı.



KAYNAKLAR:

Muhammed İbn Sa’d, et-Tabâkâtu’l-Kübrâ, V, 66;
Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, thk.,
Süheyl Zekkâr,-Riyad Ziriklî, Beyrut 1417/1996, V, 341;
Taberî, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, Beyrut trz., IV, 371;
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih, yay. Carolus Johannes Tornberg, Beyrut 1399/1979, IV; 111-112;
Muhammed b. Hasan ed-Diyarbekrî, Tarihu’l-Hamîs fî Ahvâli Enfesi Nefîs, Dâru’s-Sadr, trz., II, 300;
İbnü’l-İmâd, Şezerâtu’z-Zeheb fî Ahbârimen Zeheb, thk., Abdulkadir el-Arnavut-Mahmud el-Arnavud, Beyrut 1406/1986, IV, 283; Hudarî, Tarihu’d- Devleti’l-Ümeviyye, thk., Muhammed Osmanî, Beyrut 1406/1985, s. 461;
Muhammed Hüseyin Hudarî, Nakdu Kitabu fi’ş-Şi’ri’l-Câhilî, thk.,
Ali er-Rıda et-Tunûsî, Beyrut trz., s. 165; Julius Welhausen, Arap Devleti veSukutu, trc., Fikret Işıltan, Ankara 1963, s. 72İbn Sa’d, V, 66; Halîfe b. Hayyât, Tarih, thk.,
Ekrem Ziya el-Umerî, Riyad 1405/1985, s. 237; Belâzürî, Ensâb,V, 338;
Taberî, IV, 380;
İbn Abdirrabbih, el-Ikdu’l-Ferîd, thk., Muhammed Sâd Uryan, Kahire 1359/1940, IV,355; İbnü’l-Esir, Kâmil, IV, 102-103; Diyarbekrî, II, 300; Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb fî Fünûni’l-Edeb, thk., Muhammed Rıfat Fethullah-İbrahim Mustafa, Kahire 1395/1975, XX, 486-487; İbnü’l-İmâd, IV, 283.

GARANİK OLAYI

ŞEYTAN AYETLERİ

Bu olay İslam literatüründe ve tefsir ilminde Garanik olayı olarak bilinmektedir.

Elâte vel uzzâ.
Ve Menates salisetel uhra
Tilke’l ğarâniku'l Ulâ
Ve inne le şefâatehunne le turca.

"Lât ve Uzza
Ve bir üçüncüsü olan Menat
Onlar ulu turnalardır.
Ve elbette şefaatleri umulur."

Bu sözler, Necm suresinin sözlerine, ayetlerine şiirsel ola­rak da çok uygundur. Aynı uyaktadır, aynı kalıptadır. Bunlar Arabis­tan'da Muhammed döneminde de, Muhammed döneminden önce de şiir olarak zaten biliniyor ve söyleniyordu.

Garanik Olayının Mekke döneminde yaşandığı kesindir. Tam tarihi bilinmese de Habeşistan göçünden sonra olduğu söylenir. Çünkü bu olayla birlikte Müslümanlarla putperestlerin barıştığı haberi yayılır ve Habeşistan’a göç edenlerin bir kısmının döndüğü, çoğunluğun ise tepki gösterdiği rivayet edilir.

Olayın gelişimi İslami yönden şöyle anlatılır:

Mekke'de müslümanların eziyet ve iskencelere uğradıkları, bu sebeple bir kısım müslümanın Habeşistan'a göç ettiği bir dönemde Hz. Peygamber, Mekke müşrikleri ile uzlaşmanın yollarını arıyor, devamlı anlaşma çareleri düşünüyormuş. Zihni bu düşünce ile hep meşgul iken bir gün Kâbe yanında Necm suresini okuyormuş.

"Gördünüz mü o Lât ve Uzza’ yı ve üçüncü(leri olan) Menât'ı?" şeklindeki 19 ve 20. ayetlerini okuduktan hemen sonra Şeytan, Hz. Peygamber'e musallat olmuş ve şeytanın etkisiyle Hz. Peygamber, farkında olmaksızın "Bunlar ulu turnalardır ve şefâatleri umulur" cümlelerini vahyin devamı gibi söyleyip Necm suresini okumaya devam etmiş. Surenin sonuna gelince secde ayeti olduğu için Hz. Peygamber ve orada bulunan müslümanlar secdeye kapanmışlar. Müşrikler de Hz. Peygamber'in okuduğu bu cümleler sebebiyle son derece sevinerek; "Artık Muhammed ilâhlarımızın şefâatini kabul ettiğine göre aramızda önemli bir ayrılık kalmadı" deyip hepsi secdeye kapanmışlar. Son derece yaşlı bir veya birkaç müşrik, yere eğilip secde etmek zor geldiği için yerden bir avuç toprak alarak alınlarına değdirmiş ve böylece ilâhlarına tâzimde bulunmuşlar. Bu olay dolayısıyla müşrikler kısa bir süre müslümanları kendi hâline bırakmışlar. Ancak bu olayın ardından Cebrâil (a.s.) gelerek hatası dolayısıyla Hz. Peygamber'i ikaz etmiş, bu arada nâzil olan Hacc sûresinin "...Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebî yoktur ki birşeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna (vesvese) atmamış olsun. Allah, kendi ayetlerini sağlamlaştırır...'' meâlindeki 52. ayeti ile önceki cümle neshedilmis.

Taberi’ye göre teklif Mekke’li müşriklerden gelmiştir:

"Ey Muhammed! Sen bizim ilahlarımıza küfretmekten vazgeç... bir yıl boyunca bizim ilahlarımız olan Lat ile Uzza'ya ve Menat'a ve bir yıl boyunca da biz senin ilahına ibadet edelim. Senin bizi kabule çağırdığın din, bizim dinimizden hayırlı olursa, biz o din'den hissemizi alırız; eğer bizim dinimiz seninkinden hayırlı olursa, sen bizim dinimizden hisseni alırsın.

İslam dışı değerlendirmeye göre ise; Muhammed’in bu teklifi değerlendirerek stratejisini değiştirdiği, uzlaşmaya yöneldiği ileri sürülür. Putperestlere de haber göndererek Kabe’de toplanılır ve Necm suresi, içindeki şeytan ayetleri denilen sözlerle okunur ve Müslüman-putperest toplu halde secdeye varılır. Ancak ne var ki Muhammed'in bu tutumu müslümanlar arasında bir süre sonra tepki yaratır. Hele haber, Habeşistan'a göç etmiş bulunan müslümanlara ulaşınca, onlar tarafından olumsuz şekilde karşılanır.
Tepkiler karşısında Muhammed büyük bir hata işlediğini ve bu hata yüzünden taraftarlarından bir çoğunu kaybedebileceğini anlamakta gecikmez ve hatasını düzeltmenin yolunu arar. Cebrail'in gelip kendisine: "Ey Muhammed sen ne yaptın? Halka, benim sana getirmediğim sözleri söyledin" dediğini ilan ederek dönüş yapar ve ayetleri düzeltir.


53-NECM:

19. Siz de gördünüz değil mi o Lât ve Uzza''yi?
20. Ve üçüncü olarak da öteki (put) Menat''i?

21. Demek erkek size, dişi O''na öyle mi?

22. O zaman bu, insafsizca bir taksim!

23. Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkinda hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.

24. Yoksa insan, her arzu ettiği şeye sahip mi olacaktır?

25. Ahiret de dünya da Allah''ındır.



Hatta bu olaydan Kureyşlileri suçlar:

İsra/ 73-75. Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi. Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin. O zaman, hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık; sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.



Hacc suresindeki açıklama ise şöyledir:

Hac-52. (Ey Muhammed!) Biz, senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de (beşerî arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini (lafız ve mana bakımından) sağlam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.


Hac-53. Allah, şeytanın böyle yapmasına müsaade eder ki) kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için, şeytanın kattığı şeyi bir deneme (vesilesi) yapsın. Zalimler, gerçekten (haktan) oldukça uzak bir ayrılık içindedirler.


Hac-54. Bir de, kendilerine ilim verilenler, onun (Kur'an'ın) hakikaten Rabbin tarafından gelmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar, bu sayede kalpleri huzur ve tatmine kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri, kesinlikle dosdoğru bir yola yöneltir.

10 Şubat 2009 Salı

TAHRİM OLAYI

Tahrim, yemin ederek bir şeyi kendine haram kılmak, yasaklamaktır.
Muhammed’in bir olaydan sonra eşleriyle arası açılmış ve eşlerinin hiçbirinin evine gitmez olmuştur. Bu olaya dair gelen sure, ilk 5 ayetinden dolayı Tahrim ismini almıştır.

1. Ey Peygamber! Allah’ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek neden kendine haram kılıyorsun? Allah Gafur’dur, Rahim’dir.
2. Allah size, yeminlerinizi çözmeyi farz kılmıştır. Ve Allah sizin Mevla’nızdır. Alim’dir O, herşeyi bilir; Hakim’dir O, hikmetleri sonsuzdur.

3. Hani, Peygamber, eşlerinden birine bir sözü gizlice söylemişti. Sonra eşi bu sözü duyurup Allah da onu Peygamber’e bildirince, Peygamber sözün bir kısmını açıklamış, bir kısmından vaz geçmişti. Peygamber, sözü eşine bildirdiğinde o: “Bunu sana kim haber verdi?” demişti. Peygamber de: “O herşeyi bilen, herşeyden haberi olan bana bildirdi.” diye cevaplamıştı.

4. Eğer ikiniz, ey hanımlar, Allah’a tövbe ederseniz ne iyi, çünkü kalpleriniz kaydı; yok eğer Peygamber’e karşı aranızda dayanışmaya girerseniz hiç kuşkusuz bizzat Allah, onun destekleyicisidir. Cebrail ve müminlerin iyileri de. Bütün bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar.
5. Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi, kendini Allah'a veren,
inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve
bâkire eşler verebilir.


Tahrim suresinin tefsirlerinde surenin ilk 5 ayetinin nuzül sebepleri 3 olaya bağlanır.
1- Muhammed’in cariyesi Mariya’yla ilişkiye girmemeye yemin etmesi,
2- Muhammed’in bal şerbeti içmemeye yemin etmesi,
3- Muhammed’in kendinden sonra imamet’in kime geçeceği konusunda sır vermesi.

Bu üç olaydan en zayıf olanı 3.südür. Çünkü ortada bir yemin vardır. Bu yemin, ilk iki olaya daha uygun düşmektedir.

Mariya Olayı:

Hadis No : 0838 Ravi: Enes Tanım: Resulullah (sav)'ın zaman zaman birleştiği bir cariyesi vardı. Hz. Aişe ve Hz. Hafsa peşini bırakmadılar. Sonunda Resulullah bu cariyeyi nefsine haram etti. Bunun üzerine: "Ey Peygamber, sen zevcelerinin hoşnutluğunu arayarak, Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?..." diye başlayan Tahrim süresi nazil oldu." Kaynak: Nesai, İşretu'n-Nisa, 4, (7, 71)

Taberi olayı şöyle anlatır:

Gün, Muhammed'in hanımlarından Hafsa'nın günüydü. O gün Muhammed, Hafsa'yla cinsel ilişkide bulunmak üzere kalkıp evine gider. Ama Hafsa'yı evde bulamaz. Tam o sırada, bir zamanlar, Mısır Mukavkısı'nın kendisine armağan ettiği cariyelerden Mariya çıkagelir. Muhammed, cariyeyi Hafsa'nın yatağına atar ve işini görmeye başlar. Muhammed'in, cariyesiyle yatması doğaldır. Kur'an da, hanımlarının dışında cariyeleriyle de yatmasına olanak verilmiştir. (Bkz. Ahzab Suresi, ayet: 50, 52.) Ne var ki cariyeyle özgür (hurre) olan bir kadının, üstelik Ömer kızının, Hafsa'nın yatağında beraber olmaktadır . İşte bu olağan değildir. Terslik bu ya, o sırada, Hafsa da çıkagelmiştir. Muhammed'in Mariya ile ilişkisini görünce büyük tepki gösterir: - "Tann Elçisi! Sen beni kötü duruma düşürdün, aşağıladın. Öyle birşey yaptın ki, benzerini hiçbir karına yapmadın! Benim günümde, benim sıramda ve benim yatağımda bir cariyeyi yatırıp yapıyorsun!"
Sonra Muhammed'le Hafsa arasında şu konuşma geçer: - "Hafsa! Marya'yı kendime haram etsem de ona bir daha yaklaşmasam; bundan hoşnut olur musun? - Evet!

Muhammed: "Vallahi Billahi Mariya ile bir daha yatmayacağım!"
Muhammed hemen ant içmiştir. - Hafsa! Aramızda kalsın, bunu sakın kimseye söyleme, olmaz mı? - Tamam! Ne var ki, Hafsa bu durumu Aişe'ye anlatır. (Bkz. Taberi, Camiu'l-Beyân, 28/102.)

Olayın duyulması ve hanımlarının aralarında dayanışmaya gidip kendisine karşı tavır alması üzerine Muhammed eşlerini terk eder ve bir kameryaya yerleşir. Muhammed’in eşlerini boşadığı dedikodusu yayılır. Bir rivayete göre ise cezalandırmak için sadece Hafsa’yı boşamış ve diğerleriyle de 1 ay beraber olmamaya yemin etmiştir.

Hafsa Ömer’in, Ayşe ise Ebubekir’in kızıdır. Babalarının konumuna güvenerek asiliğe cesaret edebilmişlerdir. 4. ayette geçen “İkiniz” sözü Ayşe ile Hafsa’yı kasteder.

Ömer, olayı öğrenince hiddetle Muhammed’e gider ve görüşmek ister.
- Beni öldürmeye mi geldin ya Ömer! Diye içerden seslenen Muhammed’e:
- Hayır ya resulallah! Konuşmaya geldim.
deyince içeri alınır ve bu görüşmeden sonra Tahrim ayetleri gelir. Ardından Hafsa ile nikah tazelendiği ve 29. gün eşlerine dönüp Ayşe’yle beraber olduğu söylenir.

Ayşe, henüz bir aylık sürenin dolmamış olduğunu düşünerek kendisine sorar: "Hani sen, bir ay boyunca hanımlarından uzak duracağına dair yemin etmemiş miydin? Bugün daha otuz gün bile olmadı; yirmi dokuzuncu gündeyiz!". Muhammed kendisine şu yanıtı verir: "Bu ay yirmi dokuz gün çeker."

Hadis No : 0107
Ravi: Enes
Tanım: Hz. Peygamber (sav)'i bir at yere atmıştı. Resulullah (sav)'ın (sağ) tarafı veya (sağ) omuzu ezildi. Bu O'na ayakta duramayacak kadar izdırab verdi. O sıralarda hanımlarını da bir ay müddetle terketti. Bu esnada, hurma kütüğünden yapılmış bir merdivenle çıkılan tenezzüh odasına (meşrübe) çekildi. Ashab (ra) kendisine "geçmiş olsun" ziyaretine geliyorlardı. Resulullah (sav) oturarak namaz kılardı, onlar ise ayakta durarak namaza uymuşlardı. Selamı verince şöyle dedi: "İmam, kendisine uyulmak için vardır, öyle ise ayakta namaz kıldırıyorsa siz de ayakta kılın, şayet oturarak kıldırıyorsa siz de oturarak kılın, imam rükuya varmadan rükuya gitmeyin, o başını kaldırmadan siz de kaldırmayın." Ravi der ki: "Hz. Peygamber (sav) ayın 29'unda meşrübeden indi. Ashab: "Ey Allah'ın Resulü, sen bir aylık bir müddet için ila'ya (ayrı kalmaya) karar vermiştin" dediler. Onlara: "Bu ay yirmi dokuz gündür" cevabını verdi." (Buhari ve Müslim'de Ümmü Seleme'den gelen bir rivayette: "Bu ay yirmi dokuz çekiyor" buyurmuştur. Müslim'de Cabir (ra)'den kaydedilen bir rivayette: "Sonra iki elini üç sefer uzattı, ikisinde her iki elinin bütün parmaklarıyla, sonuncu kerede sadece dokuz parmağıyla işaret etmişti" diye yirmi dokuzu gösterdiği açıklanır. (Sıyam 24)) Kaynak: Buhari, Salat 18, Ezan 51, 82, 128, Sıfatu's-Salat 83,128, Savm 11, Mezalim 25, Nikah 91, Talak 21,


Bal Şerbeti Olayı:

Elmalılı tefsirinde bu olay hadislerden aktarılarak şöyle anlatılır.

Hz. Peygamber'in hanımlarından birinin yanında bir bal şerbeti içmiş olmasından dolayı diğer hanımların söz birliği ederek, magafir (kötü kokulu bir ağaç zamkı) kokuyor diye latife yapmaları üzerine peygamber'in bir daha bal şerbeti içmemeye yemin etmiş olmasıdır.Buhari'de Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadis vardır :

Resulullah Zeyneb'in yanında bal şerbeti içer ve onun odasında daha fazla dururdu. Ben ve Hafsa, peygamber hangimize gelirse "Magafir mi yedin ? Senden magafir kokusu alıyorum" diyelim diye konuştuk. Bunun üzerine Hz. Peygamber buyurdu ki "Hayır Zeyneb'in yanında bal şerbeti içmiştim, öyle ise daha da içmem, işte yemin ettim. "Bunu kimseye söyleme"


Ancak Ayşe, diğer kadınları da ikna edip peygamber yanlarına geldiğinde onun koktuğunu söylemelerini ister. Bal şerbeti içtiğini söylediğinde de “O balı yapan arılar megafir yemiş herhalde” diye cevap vermelerini söyler. Muhammed her hanımının yanına girdiğinde aynı tepkiyle karşılaşınca eşlerinin aralarında kendisine karşı birleştiğini anlayarak küser ve onlarla 1 ay boyunca beraber olmamaya yemin eder.

Bal şerbeti olayı, Mariya olayına göre daha zayıf görülmektedir. Mariya olayında tüm eşleri işin içinde olabilmektedir ama bal şerbeti olayında Zeynep’e küsmesi anlamsızdır.

Halifelik Olayı:

Muhammed’in kendisinden sonra devlet başkanlığına Ömer ile Ebubekir’in geleceğini Hafsa’ya sır olarak söylediği olaydır. Elmalılı tefsirinde konu şöyle aktarılır:

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kendisinden sonra devlet başkanlığının Ebu Bekr'e ve Ömer'e geçeceğini Hafsa'ya bir müjde olarak haber vermiş ve gizlenmesini emretmiş olmasıdır. Tefsirlerin birçoğunda zikredilmiş olan bu haber, gerçi Kütüb-i Sitte'de (altı kitapta) nakledilmemiştir. Ancak Mâriye olayını rivayet edenler içinde bu haberi de rivayet edenler olduğu gibi başka güvenilir zatlar da nakletmişlerdir. "el-Bahru'l-Muhît"de Ebu Hayyan şöyle diyor: "Hadis, Mâriye sebebiyledir; bir de bal içtim denilmiştir. Meymûn b. Mihrân dedi ki: "Hadis, Peygamber'in Hafsa'ya sır olarak söylediği şu hadistir: "Ebu Bekr ve Ömer benden sonra hilafet yoluyla benim emrime sahip olacaklardır". Alûsî de bu rivayetleri daha derli toplu naklederek demiştir ki: "İbnü Merdûye İbnü Abbas'tan ve İbnü Ebî Hâtim Mücahid'den şöyle rivayet etmişlerdir: "Peygamber (s.a.v.) Hafsa'ya Mâriye tahrimini ve kendisinden sonra muhakkak Ebu Bekr ve Ömer'in insanlara emîr olacaklarını gizlice söylemişti. Hafsa da gizlice Aişe'ye söyledi. Hakikaten bu işin gizlice söylendiği hakkında daha başka haberler de vardır. Ancak bal hadisi daha sahihtir.

Nihayet özet olarak şunlar söylenebilir: Anlatılan bu olayların üçü de (Mâriye ve şerbet olayı ile Ebu Bekr ve Ömer'in hilafetiyle ilgili hadise) vuku bulmuş, ravilerin bazısı bir kısmını, bazısı da bir kısmını rivayet ederek "Ey peygamber! Niçin haram ediyorsun?" âyeti nazil oldu." demiştir. Bunlardan hiç birisi de yalnız kendi rivayetlerinin sahihliğini iddia etmemiş olduklarından, burada söylenen de doğrudur. Bu doğru olursa, ihtilafın çözümü de kolaylaşmış olur. Değilse başka çözüm yolu ara. En iyisini Allah bilir."


Muhammed’in özel hayatında bu 3 olay da geçmiş olabilir. Hatta 3 olay birbiri peşi sıra da yaşanmış olabilir. Ancak hilafet sırrı ve bal şerbeti olayı, eşleri peygambere karşı tavır alacak, peygamber küsüp onları terk edecek ve sonuçta konuyla ilgili olarak ayetler yazılacak kadar önemli görülmemektedir. Elmalılı’nın değindiği bir olasılık Mariya olayı ile hilafet sözünün ilişkili olabileceğidir. Yani, Muhammed, cariyesi Mariya ile Hafsa’nın yatağında yakalanınca, kimseye söylememesi için kendisinden sonra Hafsa’nın babası Ömer’in başa geleceğine dair bir söz vermiş olabilir. Benzer şekilde Ayşe’ye de babası Ebubekir’in başa geleceği sözünü vermiş olabilir. Hafsa bu sırrı Ayşe’ye anlatınca ortalık karışmış olabilir. “Bana gelince Ebubekir, sana gelince Ömer ” diyerek bizi aldatıyor diye asileşmiş olabilirler.

9 Şubat 2009 Pazartesi

TEBENNİ OLAYI

Evlât edinme, herhangi bir sebeple çocukları olmayan ailelerin ya da çocukları olup da evlât edinerek çocuk sevgisini daha fazla pekiştirmek isteyen eşlerin aile yuvasından mahrum olan çocukları ailelerine katmak suretiyle korunmasını sağlayan bir müessesedir.

Bu müessese, pek eski zamanlardan beri, çeşitli hukuk sistemlerince kabul olunmuş ve özel düzenlemelere tâbi tutulmuştur. Gerçekten de, bu
müessese Eski Çin, Hint, Babil, Asur, Sümer, Mısır, İran, Yunan ve Roma hukuk sistemlerinde bilinmekteydi. Tarihî bilgiler, İslamiyet’ten önceki Türk kavimlerinin, Barbarların ve Cermenlerin evlât edinmeyi tanıdıklarını göstermektedir.

İslam öncesi Arap toplumunda da bu müessese mevcuttu. Evlat edinilen çocuk için Kabe önünde onu özevlat gibi kabullendiğine dair yemin edilir, evlatlık aynı diğer çocuklarla eşit şekilde mirasa dahil edilir ve evlat edinen, evlatlığa soyadı gibi kullanılan baba ismi yerine kendi ismini verirdi.

Nitekim Hz. Muhammed de Zeyd’i bu şekilde evlat edinmiş ve “Ey Arap kavmi! Bundan sonra Zeyd'i Muhammed'in oğlu diye çağırın." diyerek Zeyd Bin Harise’yi Zeyd Bin Muhammed olarak kabullenmişti. Hz.Hatice’nin 8 yaşında iken Ukaz Panayırındaki köle pazarından satın aldığı Zeyd, 11 yaşından itibaren artık Hz. Muhammed ve Hatice’nin oğlu idi.

Zeyd, ilk Müslümanlardan biri olmanın yanında Ebu Talib’in ölümünden sonra himayesiz kalan Hz. Muhammed’in Hatice’nin akrabalarının çok olduğu Taif’e sığınmasında ona eşlik etmiş, peygamberlik iddiaları karşısında Muhammed’i taşlayan Taiflilere karşı ona siper olmuş, kan revan içinde kalarak ağır yaralanmıştı.

Genç Zeyd’in ilk evliliği Muhammed’e dadılık yapmış olan kendinden yaşlı Ümmü Eymen ile oldu. Ondan Usame doğdu.
Zeynep, Hz. Muhammed’in halasının kızıydı. 28 yaşındaydı ama bekardı.
Hz. Muhammed, Ümmü Eymen’in yaşlılığından dolayı 2. bir eş almak isteğini kendisine ileten Zeyd’le, önce itiraz edip sonra ikna olan Zeynep’i evlendirdi.
Ama geçinmeleri fazla uzun sürmedi, evlilikleri huzursuzlaştı. Bu sıralarda Muhammed’in Zeyd evde değilken Zeynep’in evine yaptığı ziyaretle
Tebenni Olayı vukubuldu. Taberi tarihinde bu ziyaret şöyle geçer:

Tanrı elçisi günün birinde Zeyd’i aramak üzere onun evine gelir. Kapıda yünden örülmüş bir perde asılıdır. Peygamber kapının önündeyken rüzgar perdeyi kaldırır. O anda Zeyneb içerde çıplak olarak bulunmaktadır.Tanrı elçisinin gözü ona ilişir, güzelliği hoşuna gider ve kalbinde iz bırakır. Akşam olup da Zeyd eve gelince, Zeyneb ona Peygamberin geldiğini söyler. Zeyd, “ Eve girmesini rica etmeli idin” der. Zeyneb, “ Eve girmesini rica ettiysem de girmedi.” der. Zeyd, “ Peki ayrılırken bir şey soylemedi mi .” der. Zeyneb, “Kalpleri değiştiren Allah kutludur, dedi” der. Bu söz üzerine Zeyd, Muhammed’in Zeyneb’e aşık olduğunu ve onunla evlenmek isteyebileceğini düşünerek, onun yanına gider ve “Ey Tanrı elçisi, evime geldiğini söylediler, babam ve anam sana feda olsun, eve girmeliydin.. Zeyneb hoşuna gitmiş olabilir, eğer hoşuna gittiyse hemen boşarım” der. Muhammed, “Karın hakkında bir şüpheye mi düştün ? ” diye sorar.. Zeyd, “ Ey Tanrı elçisi, hiçbir hususta ondan şüphelenmedim ve ondan hayırdan başka bir şey görmedim” der. Muhammed ona, daha sonra Ahzab Suresi 37. ayette de bahsi geçen “Eşini tut, Allah’dan kork” sözlerini sarfeder. Ancak herşeye rağmen Zeyd, ne düşündüyse Zeyneb’i boşar.

Bu ziyaretten sonra Zeynep şöyle der:

“Rasul-ü Ekrem hazretlerinin beni görüp beğenmesinden sonra Zeyd benimle evlilik münasebetinde bulunmadı.”

Bundan sonra bu konuyla igili Ahzap ayetleri gelmeye başlar.

Ahzap-4. Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, «zıhâr» yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola O eriştirir.

Bu ayetle birlikte Arap toplumunun çok önemli bir geleneğinin tanınmadığı, bu hukuki adetin boş söz olduğu ilan ediliyor ve evlatlıkların öz oğul sayılamayacağı bildiriliyordu.
Ahzap-5 ayetiyle ilk adım tamamlandı ve Zeyd bin Muhammed, tekrar Zeyd Bin Harise’ye dönüştü.

Ahzap-5. Onları babaları namına çağırınız, Allah yanında o daha doğrudur, eğer babalarını bilmiyorsanız dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdırlar. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yok; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

Bu sıralarda Zeyd, Zeynep’i boşar. Hz. Muhammed, ayetlerle, Zeynep de boşanma ile özgür olmuş, evlenmeleri önünde bir engel kalmamıştı.
Ama toplum ilk kez karşılaştığı bu duruma ne tepki verecek, üstelik bir peygambere bunu nasıl yakıştıracaktı?
Ve 2. adımda bu evliliği duyuran ayet gelir:

Ahzap-37. Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye, eşini bırakma, Allah'tan sakın diyor, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kesince onu seninle evlendirdik ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlara evlenmek konusunda mü'minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir.

Hz. Muhammed, Zeynep’e gider ve nikahlarını Allah’ın kıydığını haber verir.

Ayette geçen “Eşini yanında tut, Allah’tan kork” ifadesi, Zeyd’in Zeynep tarafından (hür sınıfından değil, köleden dönme bir mevali olması nedeniyle) hakir görülmesi karşısında şikayetleri üzerine Hz. Muhammed’in Zeyd’e yaptığı nasihat olarak yorumlanır.

Hz. Muhammed’in evlatlığının boşanan eşiyle yani kendisine baba diyen eski geliniyle evlenmesi toplumda infial uyandırır. Tepkiler ve dedikodular yayılır. Bunun üzerine tehdit içeren Ahzap ayeti gelir:

Ahzap-60. Andolsun ki, eğer o münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde yalan haberler yapıp tahrikte bulunanlar vazgeçmezlerse, mutlaka seni kendilerine musallat kılarız sonra orada çevrene pek az yanaşabilirler.

Ahzap-4 ayetiyle bildirilen evlatlıkların öz oğul gibi olamayacağı ifadesi, toplumdaki Zeyd için söylenen “Babası, eşiyle evlendi” sözlerine karşı tekrar Ahzap-40 ile vurgulanır:

Ahzap-40. Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve nebîlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.

Bu tepkiler Hadis’te şöyle anlatılır:

744 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) demiştir ki:
“Eğer Hz. Peygamber kendisine inen vahiyden bir şey gizleseydi Ahzap-37 ayetini gizlerdi. Nitekim Hz. Peygamber, Zeyneb’le evlenince: “Oğlunun helâllığıyla evlendi” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk Ahzap-40 ayetini gönderdi. Resûlullah, Zeyd’i küçükken evlât edinmişti. Büyüyüp delikanlı oluncaya kadar yanında kaldı. Herkes onu Zeyd İbnu Muhammed diye çağırıyordu. Bu sebeple Cenab-ı Hakk Ahzap-5 ayetini gönderdi.

Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3206);Müslim, İman 287, (177);Buhârî, Tevhid 22.

Tebenni olayıyla birlikte iki ilk’e imza atılmıştır.
1.si, Allah ilk defa birisinin, bir peygamberinin nikahını kendi kıymıştır. Bu nikah için ne şahit gerekmiştir ne de eşlerin rızası, evlilik şartları, mehir vs.
2.si, ilk kez bir toplumda evlatlığının boşanan eşiyle evlenmesi gerçekleşmiştir, hem de bir peygamber eliyle.

Şüphesiz Allah Taala beni Peygamber ile göklerde nikah etti. Çünkü, ” Zevvecnakeha = Biz seni Zeyneb’le evlendirdik” Buyurdu derdi..

Sahih-i Buhari/ Kitabu’t-Tevhit/7291-49

Bir hadise göre:

Muhammed nerede ilgisini çeken güzel, bir kadın görse, hemen eve gider; Zeyneb'le yatardı. Böylece şehvetini giderirdi.

Câbir lbn Abdullah anlatıyor: - "Peygamber bir kadın gördü; hemen Zeyneb'e gitti. Ki Zeyneb o sırada bir derisini ovup işliyordu. Peygamber hemen cinsel ihtiyacını gördü. Sonra arkadaşlarının yanına çıktı. Ve şöyle konuştu: - Kadın, şeytan biçiminde çıkar karşıya. Ve yine şeytan biçiminde dönüp gider. Bu nedenle sizden herhangi biriniz bir kadın gördü mü, hemen karısına gidip onunla yatsın. Çünkü bu (cinsel ilişki), o kişinin içindekini (kabaran şehvetini) söndürür."

Müslim, e's- Sahih, Kitabu'n-Nikâh/9-10, hadis no: 1403; Ebu Davud, Sünen, Kitabu'n-Nikâh/44, hadis no: 2151; Tirmizî, Sünen, Kitab'r-Rıdâ'/9, hadis no: 1158.



İFK OLAYI

Hz. AYŞE'YE ZİNA SUÇLAMASI HADİSESİ

İslam peygamberinin eşlerinden Ayşe’nin Hz. Muhammed’i başka bir erkekle aldattığı iddia edilen olaydır. Zina ile suçlanan Ayşe’nin başından geçen olay ve sonrasındaki gelişmelerin tümü İfk olayı olarak geçer.

Bazı tarihçiler ifk olayını kısa, bazıları da geniş bir şekilde ele almışlardır. Vakidi, Hişam, Yakubi, Taberi ve İbni Esir kendi tarihlerinde; ifk olayını nakletmişlerdir.

Tarihçilere göre Hz. Muhammed, çıktığı savaş seferlerine eşlerinden birini de yanında götürürdü. Hicretin 6. yılında Yahudi Beni Müstalik kabilesine karşı çıktığı seferde yanına Ayşe’yi de almıştı. Beni Müstalik kabilesi mensuplarıyla kısa süren bir çatışmanın ardından Yahudiler mallarını ve hanımlarını bırakıp kaçmışlardı.

Fasıl : Gazveler Bölümü
Konu: Gazveler-Beni Müstalik
Ravi: Abdullah İbnu Avn
Hadis no: 4264

Nafi` rahimetullah`a katliam öncesi (İslam’a) davet hakkında sormak üzere yazmıştım.
Bana şöyle yazdı:
"Bu İslam`dan önce idi. Resulullah Beni Müstalik`e (habersiz) baskın yaptı. Onlar (bu sırada) gafil haldeydi, hayvanlarını su kenarında suluyorlardı.
Mukatillerini (Savaşanlarını) öldürdü, çocuklarını ve kadınlarını esir aldı. O gün Cüveyriye`yi de ele geçirmişti."

Cüveyriye’nin babası, amcası ve kocası bu baskında ölmüştü. Asıl adı Berre idi.
Yaşının küçüklüğünden dolayı Hz.Muhammed ona kızcağız, küçük kadın anlamına gelen Cüveyriye adını verdi. Muhammed o gün onunla evlendi.
Evlendikleri sıra Cüveyriye 20, Hz.Muhammed 58 yaşındadır.

İfk hadisesi işte bu evlilikten sonra ve seferden dönüşte meydana geldi.

İfk Hadisi:

Aişe (r.a.) buyurmuştur ki: "Resulullah bir sefere çıkacağı zaman kadınları arasında kur`a çeker, kur`a kime çıkarsa onu beraberinde sefere götürürdü. Bir sefer sırasında da benim okum çıktı ve yolculuğuna ben refakat ettim. Bu sefer, örtünme emri geldikten sonra idi.

Ben yol sırasında deve sırtında giden bir mahmil içinde taşınıyordum. Konak yerlerinde de onun içinden iniyordum. Resulullah , o gazvesi sona erinceye kadar hep böyle yol aldık. Nihayet geri döndü ve Medine`ye yakın bir yerde konakladık. Geceleyin bir müddet kaldıktan sonra dönüş emri verildi.

Dönüş emri çıktığı sırada ben kalkıp (kazayı hacet için tek başıma) ordudan ayrılıp gittim, ihtiyacımı gördükten sonra bineğime geri geldim. O sırada göğsümü yokladım. Yemen’in göz boncuğundan yapılmış gerdanlığım kopmuştu. Aramak üzere geri döndüm. Onu aramak beni epeyce oyaladı. Benim bineğimle meşgul olan askerler gelip mahmilimi deveme yüklemişler. Zannetmişler ki ben mahmilin içindeyim. O zamanlar kadınlar çok hafifti. Az yedikleri için şişman değillerdi. Askerler mahmilimi kaldırırken hafifliğine şaşırmayıp yüklemişler. Ben zaten küçük yaşta bir kadındım:

Sonuçta devemi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordugaha geri döndüğüm zaman kimseyi bulamadım. Herkes gitmişti. Önce bulunduğum yere geldim. Beni bir müddet sonra kaybetmiş olduklarını farkederek aramaya geleceklerini düşündüm. Bu halde iken uyku bastırmış ve uyuyup kalmışım.

Safvan İbnu Muattal (geri gözcülüğü vazifesiyle) ordugahın gerilerinde geceyi geçirmişti. Sabah olunca benim menzilden geçerken uyuyan bir insan karaltısı görerek yanıma geldi. Görür görmez beni tanıdı.
Zira örtünme emri gelmezden önce beni görmüştü. Ben onun istirca sesiyle "İnna lillah ve inna ileyhi raci`un = Biz Allah`ın kullarıyız ve Allah`a dönüp varacağız" uyandım. Derhal başörtümle yüzümü örttüm. Allah’ıma kasem olsun bana tek kelime konuşmadı, istircaından başka bir tek sözünü de işitmedim, indi ve devesini ıhtırdı. Binmem için devenin ön ayaklarına ayağıyla bastı. Ben de bindim. Devemi önden çekti, böylece yol aldık. Ordu bir yerde konakladığı sırada onlara yetiştik.

(Gecikme hadisesini iftira vesilesi yaparak) benim yüzümden helak olanlar oldu. Bu işte en büyük vebal de Abdullah İbnu Ubey İbni Selül`e düşmüştü.

Medine`ye geldiğimiz zaman bir ay kadar hasta yattım. Meğer bu esnada iftira edenlerin dedikoduları herkesi meşgul ediyormuş. Benim ise hiçbir şeyden haberim olmadı. Ancak bir husus bende kuşku uyandırmıştı. Resulullah’dan başka zaman hastalanınca gördüğüm iltifat ve alakayı göremiyordum. Yanıma girip selam veriyor, sonra da: "Şu sizinki nasıl?" deyip çıkıyordu.
Bu davranışından biraz işkilleniyordum ama yine de (ortalığı saran) fitneden bihaberdim.

Bu halde nekahet devresine girdim. Bir gece, ben ve Ümmü Mistah o zaman için hela olarak kullandığımız menası denen çukurların bulunduğu semte doğru gitmiştik. Biz buraya, geceden geceye çıkardık. Hicab ayetinden sonra evlerde helalar inşa edilince çıkmaz olduk. Bundan önce biz de, eski Arapların def-i hacetteki usulüne uyuyorduk. Dönüş yolunda yürürken Ümmü Mistah, ayağı örtüsüne takılarak düştü. Kadın (böyle can yakıcı durumlarda söylenmesi adet olan "düşmanın helak olsun" demedi): "Mistah helak olsun!" diye (oğluna) beddua etti. Ben kadına: "Nasıl böyle dersin!" Bedir gazvesine katılan bir kimseye beddua ediyorsun ha!" dedim. "Sen onun ne söylediğini işitmedin mi?" dedi. "Ne söylemiş ki?" dedim.

Bunun üzerine iftiracıların söylediklerini bir bir anlattı. Hastalığıma yeni hastalık katıldı. Eve dönünce, Resulullah yanıma girdi ve: (İsmimi söylemeden) "Adamınız nasıl." dedi. Ben: "Ebeveyninim yanına gitmeye izin ver" dedim. Ben, haberin aslını annemle babamdan işitmek istiyordum. Resulullah izin verdi, ben de ebeveyninim yanma geldim. Anneme: "Ey anneciğim, halk arasında söylenen bu sözler nedir?" dedim. "Ey kızım! Sen bu meseleyi büyütme. Allah`a kasem olsun güzel ve kocasının yanında sevgili olan, birçok kumaları (ortak) bulunan bir kadın hakkında her zaman çok dedikodu ederler" dedi. Ben: "Sübhanallah, demek halk böyle söylüyor ha!" dedim. O gece sabaha kadar hiç durmadan ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Sabah oldu, ben hala ağlıyordum.

Resulullah o gün Ali İbnu Ebi Talib`i ve Üsame İbnu Zeyd radiyallahu anhı çağırmıştı. Benimle ilgili vahyin gecikmesi üzerine ailesiyle ayrılma hususunda onlarla istişare ediyordu. Usame, ehlinin suçsuzluğu hususunda onlara karşı içinde beslediği sevgiye dayanarak, bildiği hususu şöyle dile getirmişti: "Ey Allah`ın Resulü! Onlar zevcelerinizdir. Allah`a kasem olsun, onlar hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz."

Ali İbnu Ebi Talib de şöyle demişti: "Ey Allah`ın Resulü, Allah sana darlık vermez. Sana kadın çoktur. Sen cariyene sor, (onun halini o daha iyi bilir), sana gerçeği haber verir." Resulullah bu tavsiye üzerine cariyemiz Berire`yi çağırdı ve: "Ey Berire, söyle! Aişe`de sana şüphe verici bir husus gördün mü?" diye sordu. Berire: "Hayır! Seni hak üzerine peygamber olarak gönderen Zat-ı Zülcelal`e yemin olsun, ben onda fena bulduğum bir şey görmedim. Ayıplanabilecek tek gördüğüm şey şudur: "Yaşı genç olduğu için, ailesi için yoğurduğu hamurun üzerine uyur, bu sırada gelen keçi, hamurdan yerdi."

(Bu soruşturma sonunda) Resulullah kalkıp mescidde bir hutbe okur. Bu iftirayı ilk defa çıkaran Abdullah İbni Ubey İbni Selül hakında, minberde şunları söyler: "Ehlim hakkında bana sıkıntı veren adamı cezalandırmada, intikamımı almada bana kim yardım edecek? Allah`a yemin olsun ehlim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Adı iftiraya karıştırılan bir adamdan söz ettiler. Onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. O ailemin yanına ben olmayınca hiç girmemiştir." Resulullah bu sözleri üzerine (Evs kabilesinin reisi) Sa`d İbnu Muaz kalktı ve: "Ey Allah`ın Resulü! Allah`a yemin olsun biz ondan senin intikamını alırız! Eğer Evs kabilesindense boynunu vururuz. Hazreçli kardeşlerimizden ise, bize sen emredersin, biz emrini aynen yerine getiririz!" dedi. Hazreç kabilesinin reisi olan Sa`d İbnu Ubade ayağa kalktı. Sa`d aslında salih bir kimseydi. Ancak (Sa`d İbnu Muaz`ın konuşmasından alınarak) kabile hamiyet ve gayretine kapılmıştı. Sa`d İbnu Muaz`a dönerek şu sert cevabı verdi: "Vallahi sen yalan söylüyorsun! Sen onu (Abdullah İbnu Ubey İbnu Selül`ü) öldüremezsin. Öldürtmeye gücün de yetmez." (Ensar`ın ileri gelenlerinden) Useyd İbnu Hudayr -ki bu zat da Sa`d İbnu Muaz`ın amcaoğludur- kalkarak Sa`d İbnu Ubade`ye çıkıştı: "Allah`a yemin olsun yalan söyleyen sensin. Onu mutlaka öldürürüz. (Abdullah İbnu Ubey`e arka çıkıyorsan) sen de münafıksın, münafıklar hesabına kavga ediyorsun!" Derken (Ensar`ın iki kabilesi) Evs ve Hazreç ayağa kalkmışlar ve Resulullah daha minberde iken, birbirlerine girmeye ramak kalmıştı. Resulullah sükuneti sağlayıncaya kadar gayret sarfetmiş ve minberden inmişti.

Ben o gün de ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Müteakip gece de hep ağladım: Ne gözümün yaşı dindi ne de bir parça olsun uykum geldi. Sabahleyin annem ve babam yanıma geldiler. Böylece ben, iki gece bir gündüz aralıksız ağlamıştım. Öyle ki artık ağlamaktan ciğerlerim parçalanacak diye düşünüyordum. Onlar yanımda oturuyorlar, ben de ağlamaya devam ediyordum. Derken Ensar`dan bir kadın izin istedi. Ona, gir dedim. Yanıma oturup o da benimle ağlamaya başladı.

Biz bu halde iken Resulullah girdi. Sonra oturdu. Hakkımda söylenen şeyler söyleneliden beri yanımda hiç oturmamıştı. Bu arada bir ay geçmiş ve meselemle ilgili herhangi bir vahy gelmemişti. Resulullah otururken şehadet kelimesini de getirmişti. Sonra bana şunları söyledi: "Ey Aişe, senin hakkında bana şöyle şöyle sözler ulaştı. Eğer bu dedikodulardan beri isen Allah seni vahiyle tebrie edecektir. Şayet bir günah işledi isen Allah Teala`ya tevbe et. Zira kul bir günah işler, sonra da günahını itirafla tevbe ederse, Allah Teala tevbesini kabul ve affeder."

Resulullah sözlerini tamamlayınca (izdırabımın şiddetinden) gözlerimin yaşı kurudu, artık tek bir damla bile yaş hissetmiyordum. Babama: "Resulullah’ın sözlerine sen cevap ver" dedim. Babam: "Vallahi Resulullah’a ne diyeceğimi bilemiyorum" dedi. Anneme yönelerek: "Resulullah’ın söylediklerine sen bari cevap ver" dedim. Annem de: "Vallahi Resulullah ne söyleyeceğimi ben de bilemiyorum" dedi. Aişe devamla der ki: "Ben yaşı henüz küçük bir kadındım. Kur`an`dan da fazla okumuyordum. Dedim ki: "Vallahi ben biliyorum ki halkın söyleştiği şeyleri işittiniz. Onlar içinize yer etti ve hep inandınız. Size: "Günahsızım" dedim, inanmıyorsunuz. Yapmadığım bir şeyi size itiraf etsem, -Allah biliyor ki ben ondan beriyim- beni tasdik edeceksiniz. Allah’a kasem olsun, sizinle benim durumumu anlatacak en iyi örnek Yusuf`un babası ve onun şu sözüdür: "Bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarımıza ancak Allah`tan yardım istenir" (Yusuf, 18). Sonra yüzümü çevirip yatağıma sokuldum. Kasem olsun ben o zaman suçsuz olduğumu biliyordum ve Allah’ın benim suçsuzluğumu te’yid edeceğine inanıyordum. Ancak, kesinlikle, Allah’ın benim hakkımda bir vahiy indireceğini, bunun (kıyamete kadar) okunacağını hiç aklımdan geçirmedim. Ben, kendimi, Allah’ın herhangi bir şekilde tekellüm buyurarak okunacak bir vahiy konusu edilmeye değer bulmuyordum. Ancak, Resulullah göreceği bir rüya yoluyla Allah’ın beni tebrie edeceğini ümid ediyordum.

Allah`a kasem olsun, Resulullah daha oturmuş olduğu yerden kalkmamış ve ev halkından kimse dışarı çıkmamıştı ki Allah, Resulüne vahiy indirdi: Resulullah vahiy sırasında her zaman gelen halet istila etti. Sonra da o hal zail oldu. Resulullah tebessüm içindeydiler. Konuştuğu ilk kelime bana şunu söylemek oldu: "Ey Aişe Allah`a hamdet. Zira, seni tebrie buyurduk" Annem de bana: "Kalk Resulullah’a teşekkür et!" dedi. Ben ise: "Vallahi hayır, ona teşekkür etmeyeceğim, sadece Allah’ıma hamdediyorum. Benim suçsuzluğumu Rabbim vahiy buyurdu" dedim.

Allah’ın indirdiği vahiy şöyleydi: "Muhammed’in eşine o yalanı uyduranlar içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı günah karşılığı ceza vardır. İçlerinden elebaşılık yapana ise büyük azab vardır. Onu işittiğiniz zaman, erkek-kadın müminlerin, kendiliklerinden hüsnüzanda bulunup da: "Bu apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi? Dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? İşte bunlar şahit getirmedikçe, Allah katında yalancı olanlardır. Allah’ın dünya ve ahirette size lütuf ve merhameti olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan ötürü büyük bir azaba uğrardınız..."

(Bir sayfa tutan) on ayeti, Allah’u Teala benim suçsuzluğumla ilgili bu ayetleri indirince, Ebu Bekir -ki Mistah İbnu Üsase`ye akrabalığı ve fakirliği sebebiyle maddi yardımda bulunuyordu- şunu söyledi: "Aişe’ye bu iftirayı yaptıktan sonra, ona artık bir daha yardım yapmayacağım." Bunun üzerine şu vahiy indi: "İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler geçsinler. Allah’ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır".
Bunun üzerine Ebu Bekri`s-Sıddik: "Evet evet, Allah`a kasem olsun, Allah’ın beni affetmesini çok severim" dedi ve Mistah`a yapmakta olduğu yardımı yapmaya devam etti ve: "Ebediyyen yardımı ondan kesmeyeceğim" dedi.

Aişe sözlerine devamla dedi ki:Resulullah tahkik sırasında Zeyneb Bintu Cahş`a da hakkımda sormuş ve: "Ey Zeyneb, bu hususta ne biliyorsun, ne gördün" demişti. O da: "Ey Allah’ın Resulü, ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden muhafaza ederim. Ben Aişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum!" demişti. Zeyneb resullah’ın zevce-i tahireleri arasında (bazı faziletleri sebebiyle) benimle boy ölçüşen birisiydi. Allah vera ve dindarlığı sebebiyle onu (bu meselede müfteriler tarafında yer almaktan) korudu. Onun kız kardeşi Hamna ise, onunla mücadeleye koyuldu ve helak olan müfteriler arasında helak oldu. Müfteriler arasında Peygamber şairi Hassan İbnu Sabit de vardı.
Urve der ki: "Hz. Aişe yanında Hassan`a kötü söz söylenmesinden hoşlanmazdı ve derdi ki: "O şu beyti söyleyen kimsedir:
"Babam, babanın babası, ırzım, size karşı Muhammed`in ırzına bekçidir."
Mesrük İbnu`l-Ecda der ki: "Ben Hz. Aişe`nin huzuruna girmiştim. Yanında Hassan İbnu Sabit`i gördüm. Hz. Aişe`ye şiir okuyor, bazı beyitleri kendisiyle tezyin ediyordu.
Şunu okudu: "Afifdir, ağırdır, iffetinden şüphe ne mümkün! Kötü düşünceden uzak olanların etleri bile onu aç bırakır."
Hz. Aişe (ra) ona, "Fakat sen böyle değilsin" dedi.
Mesrük Hz. Aişe`ye dedi ki: "Sen nasıl olur da Hassanın yanına girmesine izin verirsin, o ki, hakkında Allah şöyle buyurmuştur:
"İçlerinden elebaşılık yapana ise büyük azab vardır." Hz. Aişe (ra) şu cevabı verdi: "Körlükten daha şiddetli bir azab var mı!" Hz. Aişe sonra şunu da söyledi "O, Resulullah`ı müdafaa ediyordu."Bu berât ayetleri indikten had cezası verilenler şunlardır: Hassan ibnu Sabit ve Hamneh. Abdullah ibnu Selul’e ise had cezası verilmediği de rivayet edilir 2 kez uygulandığı da.

Bu hadis aynı zamanda Suyuti, Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, ve Musned-i Ahmet'te de yazılmıştır. Diğer yandan bu hadis, Halife Ömer, Mesruk b.Ecda, Ebu Yesr Ensari ve diğerleri tarafından da nakledilmiştir.

Hadislerden (Ayşe’ye yakıştırılmayan) bazı noktalar:

(Halife Ömer’den Nakil) Ayşe babasına dedi ki:
Allah'ın Resulü beni evinden dışarı attı.” (El-Dorrulmensur C:6, S:146 ve El-Tibyan C:7,S.415)
Annem dedi ki: Resulullah'a karşısında (ihtiram ederek) ayağa kalk. Ayşe: Yalnızca Allah'a teşekkür etmek için ayağa kalkarım; (Peygambere dönerek) sana değil.
El- Meğazî (Vakidî'nin) C:1, S: 434

Taberî Tarihi'nde de şöyle gelmiştir: …Peygamber buyurdu: Ey Ayşe; sana müjde veriyorum. Allah senin günahsız olduğunu nazil etti. Ayşe dedi: Allah'ın hamdı ve sizin kötü zannınızla..
Taberî Tarihi C: 2, S: 114

Ahzap suresi 50 ve 51. ayetleri için Ayşe Hz.Muhammed’e şöyle tepki gösterir:
“Bakıyorum da rabbin ancak senin hevanın-şehvetinin peşinde koşuyor.”

-"Ma era rabbeke illa yüsariu hevake" (Bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu't-Tefsir/33/7,Kitabu'n-Nikah/29;Diyanet yayınlarından Tecrid, hadis no:1721;Müslim, e's-Sahih, Kitabu'r-Rıda/49,hadis no:1464;İbn Mace Sünen, Kitabu'No:-Nikah/57, hadis No: 200; Ahmed İbn Hanbel,6/134,158)
50. ayette geçen kadınların kendisini Muhammed’e mehirsiz armağan etmesi” için de:
“Olacak şey mi? Bir kadın utanmaz mi ki, kendini bir erkeğe armağan etsin” demesi ilginçtir.
Tecrid, hadis no:1721)

İslam’ın Hz.Hatice’li döneminde tesettür ayetleri yoktu. Hz.Muhammed’in kıskançlığı da bariz olarak söz konusu değildi. O dönem Hatice’nin 55-65 arası yaşlılık dönemiydi.

Benzer şekilde Hz.Ayşe de başlangıçta tepkili değildi. Çünkü ilk dönemlerde diğer eşleri kendinden yaşlıydı. Ama kendisi gibi genç Safiye’nin, Cüveyriye’nin, Zeynep’in, Mariya’nın aralarına katılmasıyla Ayşe’nin de kıskançlık tepkileri verdiği anlaşılıyor.

2 Şubat 2009 Pazartesi

HZ. MUHAMMED'İN ÖLÜM EMİRLERİ

NADİR BİN HARİS'İN ÖLDÜRÜLMESİ

Nadir, Muhammed’in akrabalarındandı. Kureyşliler içinde zeki ve aydın bir insandı. Muhammed’in büyük bir iş peşinde olduğunu düşünüyor ve ona inanmıyordu.
Hicretten önce Nadir, Kuran ve Muhammed'in peygamberliği ile ilgili olarak halkı uyarır ve onun sahte bir peygamber olduğunu söylerdi. Onun bir kahin, sihirbaz veya şair olmadığını ama "aileleri ve insanları birbirine düşman eden bir büyücü" olduğunu iddia ediyordu. İbn Hişam, cilt 1. sh. 399

Aynı eserin 320-321. sayfasında Nadir b. Haris'in şöyle konuştuğu yazılıdır : "Bu adama karşı çıkma yolunuz sizi bir yere götürmez. O sizin aranızda yaşamakta. Şimdiye dek ahlâken en iyi olanınızdı; aranızda yaşayan en doğru, en dürüst ve emin kişi oldu daima. Siz tutmuş, onun bir kahin, sihirbaz, şair ve mecnun olduğunu söylüyorsunuz. Kim inanır buna? Ahali, bir kahin nasıl konuşur bilmiyor mu? Bir şairin, bir mecnunun halini tefrik edemez mi halk? Bu ithamların hangisini Muhammed'e yamayabilirsiniz ki halkın dikkatini ondan kaçırabilesiniz. Bakın! Ben size onunla nasıl baş edeceğinizi söyleyeyim." Sonra Irak'a gitti ve oradan" İran kisraları", "Rüstem ve İsfendiyar'la ilgili masallar" vb. hikayeleri topladı ve Muhammed'in getirdiği Kuran'ın bunlardan farkı olmadığını anlatmaya başladı. "Bunlar da Muhammed'in söylediği türden şeylerdir. Üstelik ben onun gibi peygamberlik iddiasında bulunup, Allah'dan vahiy aldığımı da ileri sürmüyorum. Kur'an, bunlar gibi eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyordu.İslam Tarihi, Asım Köksal, cilt 1-258

Aşağıdaki ayetin Nuzül sebebinin bu olduğu söylenir: Lokman-6 - İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara rüsvay edici bir azap vardır. Bedir savaşında esir düştü. Nadir'ı esir alan Mikdad b. Esved'di. Muhammed, Nadir'ın öldürülmesini emredince Mikdat fidye alamayacağı için, "Ya Resulallah, o benim esirimdir" dedi. Muhammed, "O Allah'ın kitabı hakkında ileri geri konuşuyordu" dedi ve öldürülmesini emretti. Mikdat tekrar, "Ya Resulallah, o benim esirimdir" dedi. O zaman Muhammed, "Allah'ım Mikdat'ı lütfunla zengin kıl" diye dua etti. Miktad, "İstediğim buydu" dedi. Nadir’in başı Ali tarafından kesildi. Onunla birlikte birçok esir de öldürüldü. Kureyş'in ileri gelenlerinden Ukbe bin Muayt da fidyesi kabul edilmeyerek öldürülenler arasındaydı.
Ukbe'nin Mekke döneminde birgün Muhammed'i boğmak istediği, bir başka gün namaz kılarken yüzüne hayvan işkembesi attığı, bu nedenle affedilmeyip öldürüldüğü rivayet edilir.

EBU AFAK’IN ÖLDÜRÜLMESİ (624)

Medine’deki şairlerden ve Muhammed’e inanmayanlardandı. Yahudi olduğu iddia edilir.
Bedir Savaşının akabinde yazdığı söylenen şiirinde şöyle der:

Uzun yıllar yaşadım ama Kayla Oğulları gibi bir araya geldiklerindeüstlendikleri şeyi yapma ve müttefikleri konusundaonlardan daha sadık olan,dağları deviren ve hiçbir zaman boyun eğmeyen,bir topluluk ya da halk görmedim.Onlara gelen bir atlı onları,Her konu hakkında "Haram" ve "Mübah"diyerek ikiye ayırmıştır.Yüceliğe ve krallığa inansaydınız Tubba'yı izlerdiniz.

Tubba: Daha önce aynı toprakları işgal eden Yemenli bir yöneticiydi ve Kayla oğulları ona karşı direnmişlerdi.
İbn Sad'în kitabı Tabakat el-Kebir'de (Cilt 2 Sayfa 32) Ebu Afak’ın öldürülmesi şöyle anlatılır: :"...bundan sonra Allah'ın elçisi Hicretten sonraki 20. ayın başlangıcında Salim İbn Umeyr el Amr'ının Yahudi olan Ebu afak'a karşı seriyyesi gerçekleşti. Ebu Afâk, Beni-Amr ibn Avf'dandı ve 120 yaşına gelmiş olan ihtiyar bir adamdı. Yahudiydi ve insanları Allah'ın elçisine karşı kışkırtıyordu ve Muhammed hakkında alaycı şiirler yazıyordu.
Muhammed bu şiirleri duyunca "Bu alçak adamı benim için kim öldürecek" diye sorar.
Bedir savaşına katılmış olan Salim ibn Umeyr "Ya Ebu Afak'ı öldürmeye ya da onunla birlikte ölmeye yemin ediyorum" dedi. Bunun için fırsat kollamaya başladı ve bir gün hava çok sıcakken Ebu Afak dışarıda açıkta yattı. Bunu bilen Salim ibn. Umeyr kılıcını onun ciğerine sapladı ve kılıç yatağa değene kadar üzerine abandı. Allah'ın düşmanı bağırdı ve insanlar onun yanına koştular ve sonra evine götürüp onu gömdüler."

ASMA BİNT MERVAN’IN ÖLDÜRÜLMESİ (624)

Yezid b. Zeyd'in eşi ve 5 çocuk annesiydi. Beni Khatma kabilesindendi ve şairdi.
Bu kabilede de Muhammed'e sadık müminlerin sayısı artmıştı. Buna karşın inanmayanlar da çoktu. Asma b. Mervan da Muhammed'e inanmamakta ve onu yazdığı şiirlerle eleştirmekteydi. Muhammed, Asma'nın aleyhindeki şiirlerini ve konuşmalarını haber almaktaydı. Anlaşılan o ki, Muhammed aleyhine okuduğu şiirleri kendi kabilesinden Muhammed'e ileten ajanlar vardı.

Ebu Afak'ın öldürüldüğünü duyunca üzüntüsünü şu dizelerle şiire döker:

Malik, Nebit, Afvoğulları!
Düşman üzerine atılarak birbirinizle yarışarak yürüyün
Düşman üzerine atılarak yürüyün Hazrecoğulları!
Sizler, sizden olmadığı halde yanınıza gelen yabancıya itaat ettiniz
O'na boyun eğdiniz ki, o ne Mu'dar'dandır ne de Mezhic'dendir.
Başları kestikten sonra hala ondan pişmiş çorba umar gibi umut içindesiniz
Ondan birşey uman aldanır, umutlar boşunadır!

Muhammed Asma'nın bu şiirlerine öfkelenir ve öldürülmesine karar verir.
"Kim beni Mervan'ın kızından kurtaracak?" diye sorduğunda;Adiyy b. Hareşe isminde (gözleri görmeyen) bir müslüman bu göreve talip olur. Muhammed'in adamları Bedir’den döndükten sonra Adiyy ile birlikte Ramazan'ın yirmibeşinci gecesi o kadının evine giderler. Evdekiler uykudadır. Asma, çocukları ile birlikte yatmakta olup, hatta bir bebeği de onun üstüne uzanmış durumdadır. Adiyy eliyle yoklayarak bebeği kenara çeker ve gözleri görmemesine rağmen kılıcını Mervan'ın göğsüne dayayıp yüklenir ve kılıç Mervan'ın arkasından çıkar.
Sabah olunca gelip Muhammed ile birlikte namaza durur. Muhammed onu tedirgin görünce “Ya Umeyr Mervan’ın kızını mı öldürdün ?” diye sorar.
O da “Evet ya Rasulullah, acaba hata mı ettim?” diye cevap verir.
Muhammed "Hayır onun için iki keçi bile birbiriyle toslaşmazdı" der.Başka kaynaklarda Muhammed'in söylediği son söz şöyledir :“Onun kanı hederdir, sorup karşı çıkacak kimse yoktur” .(Mahmud Esad- İslam Tarihi "Tarih-i Din-i İslam" Sayfa – 550-551)Ömer “Tebrikler doğrusu, böyle kör bir şahıs böyle mühim bir hizmette bulunsun” deyince Muhammed cevap olarak, “ Ya Ömer, kör deme, O gerçeği gören mert bir kişidir. Habersizce Cenab-ı Hakk’a ve Resulü’ne yardım etmiştir” der. Muhammed böyle başarılı bir işi "kör" olmasına rağmen yerine getirdiği için Adiyy b. Hareşe'ye Umeyr yani "gözleri gören" ismini takar. İbn İshak Allah'ın Resulü'nün Sireti (S.675-676) İbn Sad "Tabakat el-Kebir" (Cilt 2 Sayfa 31) Bu cinayetten bir gün sonra Khatma kabilesinin tamamı müslüman olur.

ŞAİR KA’B İBN EL-EŞREF'İN ÖLDÜRÜLMESİ (624)

Ka'b Yahudi Nadiroğullarına mensup bir şair idi. Bedir Savaşında öldürülenleri duyunca “Vallahi, eğer Muhammed bu ulu kişileri öldürtmüşse yerin altı üstünden daha hayırlıdır.” Diyerek Mekke’ye gitti. Bedir’de öldürülenler için mersiyeler okudu, Mekkelilerle ağlaştı. Daha sonra tekrar Medine’ye döndü. Müslümanlar ve kendisi aleyhine okuduğu hicivli şiirlere Muhammed daha fazla dayanamadı ve onun öldürülmesi için suikast timi oluşturdu. Bu timin içinde Ka'b'ın süt kardeşi Ebu Naile Silkan da vardı. Muhammed'in olduğu yerde baba evladı, kardeş kardeşi, amca yeğeni tanımazdı ve tabii ki bir insanın süt kardeşinin de onu tanımaması normaldi. Suikast timi Evs kabilesindeki şu kişilerden oluşuyordu:Ebu Nail Silkan (Ka'b'ın süt kardeşi)Muhammed bin MeslemeAbbad bin BişrHaris bin EvsEbu Abs bin Cebr
Suikast planı bir tuzaktı. Ka’b Nadiroğullarıyla birlikte kalede yaşıyordu. Önce Ka’b’la görüştüler ve ona Muhammed’den yakınarak kendilerinden vergi istediğini söylediler. Ondan borç istediler. Silahlarını rehin bırakmak üzere anlaştılar. Belirlenen zamanda tekrar gelmek üzere ayrıldılar. Sözleştikleri zamanda tekrar gelip Ka’b’a seslendiler. Eşinin kuşkulanıp uyarmasına rağmen Ka’b “ Onlar benim kardeşlerim, dostlarım” diyerek yanlarına iner.
Plana göre Mesleme, Ka’b’ın başını koklarken yakalayıp tuttuğunda diğerleri saldıracaktır.
Süleyman Ateş öldürülüş anını şöyle anlatıyor:"Ka'b'ın üzerinde zırh olduğu için adama kılıç işlemiyordu. Muhammed İbn Mesleme, kılıcın ucunu Ka'b'ın göbeğinin altına koyup üstüne abandı. Adamın anüsüne kadar sapladı. Ka'b yıkıldı".(S. Ateş- Kuran'a göre Hz.Muhammed'in hayatı. S.565)

Medine'de, Muhammed'e bağlılık ve sadakat bakımından birbirleriyle rekâbet halinde iki müslüman kabile vardı. Evs'ler ve Hazreci'ler. Bunlardan biri Muhammed'e hizmette bulunsa, diğeri kıskanıp benzeri ya da daha iyi bir hizmette bulunma hevesindedir.
Ka'b'ın öldürülmesi Muhammed'i çok sevindirmişti. Bu yüzden Evs kabilesini övmüş olması Hazreci kabilesini kıskandırmıştı. İBN SUNAYNA'NIN ÖLDÜRÜLMESİ (624)Süneyye olarak da tanınan İbn Sunayna Yahudi tacirlerindendi. Muhayise b. Mesud tarafından öldürüldü. Muhammed, Yahudi şairi Ka'b Eşref'in öldürülmesinden sonra "Yetkiniz altındaki her yahudiyi öldürün" emri vermişti ve bu emir üzerine Muhayissa, yakın ticari ve sosyal ilişki içinde bulunduğu Suneyna'nın aniden üzerine atlayarak onu öldürdü.

Muhayyısa´nın henüz Müslüman olmayan ağabeyi Huvayyısa b. Mes´ud ona vurmaya başladı ve:
"Ey Allah düşmanı! Onu öldürdün ha?! Vallahi, senin kamında onun malından pek çok içyağı vardır!" dedi.Muhayyısa:"Vallahi, onun öldürülmesini bana öyle bir zât emretti ki, eğer o seni öldürmemi de bana emretseydi, muhakkak senin boynunu da vururdum!" dedi.Huvayyısa´nın İslâmiyete girmesine ilk sebep, bu cevap oldu.Huvayyısa:"Şaşılacak şey! Eğer Muhammed öldürülmemi sana emretse, gerçekten beni öldürür müsün?" dedi.Muhayyısa:"Evet! Vallahi, o senin boynunu vurmayı bana emretseydi, muhakkak, senin de boynunu vururdum!" dedi.Huvayyısa:"Vallahi, seni bu duruma getiren bir din, hayrete şayandır!" dedi ve o da Müslüman oldu.

İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 62, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 191-192, Taberî, Târih, c. 3, s. 5, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 3, s. 200, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1464, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 144, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 301, Zehebî, Megâzî, s. 1 31, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 5.

EBU RAFİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİ (624)Ebu Rafi de Hayberli bir Yahudi tacirdir. Evs kabilesinin Şair Ka'b Eşref'i öldürmesini kıskanan Hazreci'ler, Ka'b kadar değerli birini öldürüp Muhammed'in gözüne girmek isterler. Akıllarına Ebu Rafi gelir. Gatafan kabilesini Muhammed'e karşı savaşa kışkırttığı ve tacir olduğu için faizle borç para verdiği vb. bir takım ithamlarla suçlayarak Muhammed'den öldürmek için izin isterler. Muhammed onu öldürtmek için Abdullah bin Atik' komutasında bir tim oluşturur. Tim üyeleri :Abdullah bin AtikMesud bin SinanAbdullah bin ÜneysEbu Katede Haris bin RibiyHüzai bin Esved den oluşlan 5 kişilik bir fedai timiydi.Ebu Rafi Hayber’de bir kalede yaşıyordu. Abdullah bin Atik'in süt annesi Hayberli olduğu için bu yöreyi çok iyi biliyordu.Abdullah İbn Atik kalenin içine sızmayı başarır ve bir ahıra saklanır. Herkes çekildikten sonra Atîk, Ebu Rafi'nin yatak odasına sızar.

Ebu Râfi, karanlık bir oda içinde, ailesinin arasında uykuya yatmış bulunuyordu.Abdullah b. Atîk; Ebu Râfi'in odanın neresinde olduğunu kestiremediğinden, anlamak için:"Ebu Râfi !" diyerek seslendi.Ebu Râfi:"Kim o?" dedi.Abdullah b. Atîk, ses gelen tarafa yaklaşıp ona kılıçla ilk darbeyi indirdi. Fakat, bir iş görememiş olmanın heyecanı ve dehşeti içinde kaldı.Ebu Râfi çığlık koparınca, Abdullah b. Atîk, hemen dışarı çıktı.Kısa bir müddet sonra, tekrar içeri girip sesini değiştirerek:"Nedir bu feryad ey Ebu Râfi?" dedi.Ebu Râfi:"Anan Cehenneme! Sen seslenmeden önce, birisi bana oda içinde kılıçla vurdu!" dedi.Abdullah b. Atîk, ona kılıçla bir darbe daha indirip iyice yaraladı. Fakat, yine öldüremedi.Sonra, kılıcın keskin ucunu kamına basınca, Ebu Râfi arkasına devrildi.
Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 26-28, Taberî, Târîh, c. 3, s. 6-7, Beyhakî, Sünenü´l-kübrâ, c. 9, s. 80, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 37-38, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 147-148, Zehebî, Megâzî, s. 285-286.

Suikast timindeki herkes Ebu Rafi'yi kendisinin öldürdüğünü iddia eder.
Bunun üzerine Muhammed, herkesin tek tek kılıcını kontrol eder. Öldürenin Abdullah b. Uneys olduğunu söyler, çünkü kılıcında kemik izleri görmüştür. Taberi'de olay şöyle anlatılır:
"Biz, yataginda bulunan (kocasina) kiliçlarimizla vurmaga basladik; gecenin karanliginda onu ancak ince ve beyaz Kipti bezine benziyen beyazindan dolayi seçebildik... Biz ona kiliçlarimizla vurduktan sonra Abdullah bin Üneys kilicini onun karnina sapliyarak öbür tarafina geçirdi. Yahudi bu sirada: -'Yeter, yeter'- diye bagiriyordu. Bundan sonra biz onun yanindan çiktik. Abdullah bin Atik'in gözleri iyi görmüyordu, bu yüzden inerken basamaktan düserek ayagini siddetli bir surette incitti; onu yükliyerek çesmeden akan su çukuruna kadar götürdük. Biz o çukurda saklanacaktik. kalede atesler yakildi, bizi her taraftan arastirmaga koyuldular. Ancak bizi bulmaktan ümidi kestikten sonra yaralinin (Ebû Râfi'in) yanina dönerek onu her taraftan sardilar. O, onlar arasinda can cekisiyordu. Biz, Tanri düsmaninin ölüp ölmedigini bilmek istedik. Aramizdan biri: -'Ben gidip anlar, ve bekliyerek onun haberini getiririm'- dedi; ve Yahudi'ler arasina karisti. Yahudi'ler arasina karisan adam söyle diyor: -Ben yanlarina geldigim vakit, yahudilerin ileri gelenleri onun yaninda toplanmislar(di); karisinin elinde kandil vardi. O, kandilin isiginda kocasinin yüzüne bakiyor, ayni zamanda toplanmis olan adamlarla konusarak: -Tanri adina and içerek teyid eylerim ki, Ibn-i Atik'in sesini isitmis gibi oldum, fakat sonradan kendi kendimi -Ibn-i Atik Medine'dedir, bu memlekete nasil girebilir?- dedim. Bu arada ben de yaralinin yuzüne bakmak üzere yanina yanastigim vakit karisi: - Yahudi ilâhina and içerek ölmüs oldugunu temine derim- dedi. Haber almaya giden arkadasimiz: -Bu söz benim için her seyden daha hostu- diyor. O, bize Ibn-i el-Hukayk'in (Ebû Râfi'i'n) ölüm haberini getirdi. Bundan sonra biz, arkadasimizi (Ibn-i Atik'i) yükliyerek kaleden ayrildik. Tanri elçisinin katina gelerek Tanri düsmanini öldürdügümüzü haber verdik. Fakat onu hangimizin öldürdügü hakkinda aramizda ihtilâf basgösterdi. Her birimiz onu kendisi öldürmüs oldugunu iddiâ ediyordu. Bunun üzerine Tanri elçisi: -Haydi kiliçlarinizi gösteriniz- dedi. kiliçlarimizi getirdik; o, kiliçlara bakti ve Abdullah bin Üneys'in kilicini gözden geçirdikten sonra: -Bu kilicin sahibi onu öldürmüstür, ben bu kiliçta kemik izleri görüyorum- dedi" (Bkz. Milli Egitim Bakanligi yayinlari: Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Istanbul, 1966, cilt II. sh. 365-6)

USEYR BİN ZARİM’İN ÖLDÜRÜLMESİ (627)

Useyr, Hayber Yahudilerindendi.
Hicretin 6. yılında Muhammed, 3 kişilik bir heyeti Abdullah İbn Rehava başkanlığında Hayber’e göndermişti. Rahava, Hayber’de 3 gün kaldı. Yahudilere başkanlık eden Useyr bin Zarim’le görüştü. Döndüğünde Useyr’in Gatafan kabilesini Müslümanlara karşı kışkırttığını Muhammed’e anlattı. Muhammed, Useyr için planını yaptı ve Rahava’yı bu defa 30 kişiyle Hayber’e gönderdi.Muhammed'in kendisini Hayber’e vali olarak atadığını, kendisini görmek için Medine’ye beklediğini iletti. Teklife kanan Useyr’le birlikte yola çıktılar. Yahudiler de 30 kişiydi. Hayber'e 6 mil mesafede bulunan Karkara'ya geldiklerinde Useyr kuşkulandı, pişman olup gitmekten vazgeçti ve geri dönmek istedi. Bunu anlayan Abdullah İbn Uneys kılıcına davranıp onun ayağını kesti, Useyr de elindeki değnek ile Abdullah b. Uneys'in başına vurdu. Useyr’le birlikte 29 Yahudi kılıçtan geçirilerek öldürüldü. Bir kişi kaçtı. Uneys, Muhammed'e geldi ve Muhammed onun yarasını tükürerek iyileştirdi. (Taberi--Tarih 3/155)


HALİD BİN SÜFYAN’IN ÖLDÜRÜLMESİ (625)

Hüzeli Kabilesi Lıhyanoğulları kolundandı. Muhammed, Halid b.Süfyan'ın kendisine karşı çarpışmak için adam topladığı istihbaratını alır ve Abdullah b.Üneys'e onu öldürmesi için talimat verir.Abdullah, Muhammed'den Halid’i aldatmak için kendisini kötüleme konusunda izin ister. Muhammed de “istediğini söyleyebilirsin” der. Halid’in eşgalini tarif eder ve ekler: --O'nu gördüğünde şeytanı hatırlarsın. Onunla senin arandaki alamet; onu görünce kendinde bir ürperme ve korku hali bulursun." Abdullah, aldığı talimat doğrultusunda Halid’in kabilesine doğru yola çıkar ve Urana vadisine ulaşır. Orada bir kadın çobanı görür ve Halid.b. Süfyan'ı sorar, o da "İşte buraya doğru gelen o" der. Halid Süfyan ona kim olduğunu sorar ve o da Muhammed'e karşı savaşmak istediğini ve kendisinin bu amaçla bir ordu oluşturduğunu duyduğu için onun yanına geldiğini söyler. Bunun üzerine Halid. Süfyan onu alır, götürür misafir eder. Yedirir, içirir. Herkes uykuya çekilince Abdullah bir punduna getirip Halid’i öldürür.

Bu işe karşılık Muhammed ona bir asa hediye eder ve “Cennette kullanırsın” der.
Abdullah'ın vasiyeti üzerine bu asa kefenine sarılıp öyle gömülmüş.
Cennette kullanacak ya!